Gerçekten durabilir miyiz?

Gezi Parkı ile başlayan eylemlerle beraber, halk olarak, görüşümüz ne olursa olsun, birlik olmayı, sesimizi duyurmayı, dayak yemeyi ve belki de atmayı öğrendik. Acılı bir süreçti. Tam herşey bitiyor ve ortam eski haline dönüyor derken, dün gece birşey oldu. Bir adam, Atatürk Kültür Merkezi’nin önünde durdu.

Durmaktan kastımız, bildiğiniz durmak. Olduğu yerde sabit kalarak, hiçbir aksiyon yapmadan durmak ve tek bir yöne bakmak.

Fikrin ilgi çekiciliğini ve orjinalliğini tartışmayacağım. Günün sonunda dikkat çekti ve etraf duran adamlarla doldu taştı. Ben şu an bu satırları yazarken insanlar hala sokaklarda durmaya devam ediyor.

Benim daha çok ilgimi çeken, “durmak” eyleminin yarattığı etki.

Yaşıyor olduğumuz ve ekonominin tetiklediği dünyada sokaktaki insana empoze edilmeye çalışılan tek bir şey var: aksiyon al, hareket et, durma, yetiş, koş, hızlı ol, yakala

Nike ne diyor? Just do it!
Johnnie Walker? Keep walking.
Apple? Think different.
Omo? Kirlenmek güzeldir.
Fındık? Aganigi naganigi.
Artema? Aç kapa.
Bonus Card? Alsak alsak bedavaya ne alsak?
Canon? You can, Canon.

Daha birçok örnek verebiliriz. Mesaj hep farklı görünse de sonunda, müşteriyi hep bir aksiyona teşvik etme bulunuyor.

Fiziksel olarak aksiyona geçemiyorsak, oturduğumuz yerden aksiyonda kalabilmemiz için bu sefer de sosyal medya devreye giriyor.

Facebook’ta hiçbirşey yapmasak neler yapabiliyoruz? Like et! Paylaş! Yorum yaz! Yoruma cevap ver! Check-in ver! Statünü güncelle! vb.

Twitter? Retweet yap! Quote yap! Spamle! Yok olmadı Raporla! Hadi o da olmadı favorile!

Kısacası hep bir aksiyon halindeyiz ve bu döngünün içerisinde aksiyonda kalma zorunluluğumuz gün geçtikçe artıyor. Hal böyle olunca durmak, bir nefeslenmek belki de en ilgi çekici durum haline gelebiliyor. Böyle bir ortamda durmak zor zanaat. En son ne zaman 1 dakika şöyle durup hiçbir aksiyon almadan kalakaldınız? Bu kadar temponun içinde ne zaman soluklandınız? Ben kendiminkini hatırlamıyorum.

Durma eylemlerinin amacı siyasi olsun ya da olmasın, katılın ya da katılmayın, insani olarak birşeyi hatırlattı. Bazen durmak da bir seçenektir ve belki de en doğrusudur. Durmak aksiyonsuzluk değildir. İnsan dururken de birşeyleri anlatabilir.

Bir durun ve düşünün!

20130618-222014.jpg

Kimleri boykot ediyorsun?

İstanbul’da başlayan ve tüm Türkiye’ye yayılan direniş eylemleri birşeyi tekrardan hatırlattı. Hiçbir şey vazgeçilmez değildir.

Yaşananlardan sonra belirli markaların, belirli taraflara uygun gelmeyen tepkileri ve olaylara yaklaşım biçimlerinden sonra kesimler markaları boykot etmeye başladı. Hatta öyle ki, firmalar zarara veya kardan zarara uğramaya başladı.

Bunlar kimler?

Direniş tarafının boykota başladığı bazı markalar;
– Starbucks
– Mado
– Doğuş Grubu
– Ciner Grubu
– Doğan Grubu
– Sütiş
– Saray Muhallebicisi
– Kızılkayalar
– atv
– AVMler

Hükümet tarafının boykota başladığı bazı markalar;
– Koç
– Sabancı
– Boyner
– Yapı Kredi
– Garanti Bankası
– Türkiye İş Bankası
– Hürriyet Gaz.
– Milliyet Gaz.

Bunlara ek olarak insanlar bu direnişlere göre sevecekleri ve seyredecekleri oyuncuları, şarkıcıları da belirlemeye başladılar.

Bu bize ne gösterdi?

Hiçbir marka vazgeçilmez değildir. Özellikle de hep o bahsettiğimiz “love factor” olmayanlardan vazgeçmek daha da kolaydır.

Bu boykotların ne kadar süreceği tartışılır. Fakat ikinci bir opsiyonu olan tüm markaların vazgeçilmesinin her anlamda kolay olduğunun da kanıtı gösterilmiş oldu.

Aklıma şu soru geliyor. Apple gibi bir marka tarafını belli etseydi de boykota tabi tutulur muydu?

Ben sanmıyorum. Bir çeşit tepki çekeceğinden şüphe yok. Fakat sunduğu çözüm önerilerine ek olarak duygulara hitap eden bir marka olduğu için vazgeçilmesi çok daha zor olurdu.

Markaya not: işinizi iyi yapmak hatta en iyisi olmak tüketicinin her zaman sizi tercih edeceğini belirtmez. Tüketiciyle konuşmak ve onun için özel olduğunuzu hissettirmediğiniz sürece, seçeneğin bol olduğu bir ortamda her zaman vazgeçilebilirsiniz.

20130610-220311.jpg