Uzun zaman önceydi. Jenerasyonların pazarlamacıların gözünde ayrıldığını ve bununla beraber farklı kampanyalar gerçekleştirildiğini öğrenmiştim. En enteresanı ise şu an tüm pazarlamacıların anlamaya çalıştığı, adına kitaplar yazıldığı bir jenerasyondu.
Benim jenerasyonum: Gen Y; Jenerasyon Y.
Önce kendi jenerasyonumu tanımaya çalıştım:
Aileye inanırlar. Doğru.
Farklı ırk ve aynı cinsiyetlerin birlikte olabileceğine yani özgürlüğe inanır ve savunurlar. Doğru.
Cep telefonunu çok kullanırlar, mobiller. Doğru.
Reklamlara inanmazlar. Doğru.
Sosyal medya bağımlısıdırlar. Doğru!
Kampanyalarda samimiyete inanırlar. Doğru.
Kampanya ve reklamdan çok arkadaşlarının düşünce ve tavsiyelerine uyar ve inanırlar. Doğru.
Tamamiyle bulunduğum jenerasyonun özellikleri.
Bu özelliklere bakılarak tüm pazarlama stratejileri değişti. Reklamlar daha özgün ve daha samimi, televizyon programları daha içten olmaya başladı. Herşeyin bir mobil uygulaması veya hali oluşturuldu. Daha büyük networklere ulaşmaya çalışarak “viral” efektler oluşturulmaya çalışıldı.
Peki neden?
Çünkü Gen Y, bugünün satın alıcısı, tüketicisi ve yarının nesilinin yetiştiricisi. Yani “hedef kitle” markanız ne olursa olsun onlara dokunuyor.
Onları göz ardı etmek ve geçmişten gelen sözde doğru stratejileri devam ettirmek (ağdalı laflar, gerçekdışı dünyalar) markanızın “love factor”ını düşürüyor ve yerlerde süründürüyor.
Bu kadar güçlü bir jenerasyona bir adın yetmeyeceğine karar verildi heralde ki yepyeni bir ad verildi: Millennials!
Bu yeni adla beraber araştırmalar ve gözlemler daha da çoğaldı. Videolar, dokümanlar hazırlandı. Ve aslında sosyal medya olarak gördüğümüz tüm platform onlar için yaratıldı ve geliştiriliyor.
Fakat unutulan birşey var.
Millennials gruplanmayı sevmezler. Her biri kendi içinde bir kişiliği temsil eder. Sadece bir gruba bağlı görmek ve ona göre iletişim kurmayı sağlamayı çalışmak aslında markayı samimiyetten uzaklaştırır. Bir millennial olarak söylemeliyim ki: sosyal medyadaki yoğun kampanyalar, görsel yaklaşımlar ve kullanılan kelimeler artık şaşırtmıyor ve etkilemiyor.
Markaların yapması gereken şey marka olduklarını unutturmak! Sohbet ortamı oluşturmak. İnternet ortamının yarattığı arkadaşsızlığı yok etmek. Gerektiğnde sırdaş olmak, gerektiğinde ise sadece ihtiyaç karşılayan bir dost olmak. Kısacası karşılık bekleyerek kurulan iletişime bir son vermek!
Yine ve gene söylemeliyim ki “aşk” en önemli konu. Duygudan o kadar uzaklaşmış bir jenerasyonuz ki birşeyleri hissetmek ve bağ kurmak o “birşeylere” bağlanmamıza yardımcı oluyor ve her zaman eksikliğini hissetmemizi sağlıyor.
Yapılan tüm kampanya ve stratejilerde gördüğüm o ki, markalar hala millennials’ı anlamış durumda değiller. Gen X’i nasıl tanımladılarsa ve nasıl iletişim kuruyorlardıysa şimdi de aynı şeyi Gen Y’a yapıyorlar. Bu yolla kurulan her iletişim “like”tan ve “follower adedinden” öteye geçemeyecek ve markaların anlık trend olmasından başka şeye yaramayacaktır. Yanlış mı düşünüyorum?
Siz ne kadar millennial olduğunuzu öğrenmek için aşağıdaki teste bir göz atın!:)