Mutlu yıllar!

Tüm takipçilerime ve okuyucularıma ve sevdiklerine;

yeni yılda öncelikle sağlıklı olmanızı diliyorum.

Sonrasında da sıralayım gelsin:

1) Huzurlu olun, unutmayın huzuru ancak siz bulabilirsiniz.

2) Mutlu olun, mutlu edecek kararları verin.

3) Başarıdan vazgeçmeyin, pes etmeyin.

4) Bahane kelimesini bile kullanmayın, çözüm odaklı olun.

5) Kendinizi sevin, emin olun etrafınız sizi daha çok sevecektir.

6) İnanın. Sadece 2015’e değil, kendinize inanın.

Yeni yıl takvimdeki bir rakam.

Siz, takvime değil, kendinizin sihrine inanın.

Herkese mutlu yıllar! :)

Embed from Getty Images

Ne zaman adam oluruz?

Fatih Altaylı’yı sevmem fakat köşe yazılarındaki bu bölümü hep okurdum. Kendince bulunduğumuz hale dikkat çekmek için sorduğu soruya cevap veriyordu. Tek cümle ile.

Bugün ben de, nacizane, kendimce birkaç cevap vermek istiyorum.

Ne zaman adam oluruz?

– Karşı tarafa soru sormak ile karşı tarafın emeğine saygısızlık yapmak arasındaki farkı anladığımızda.

– Zeka ile kendini dev aynasında görme arasındaki ince çizgiyi fark ettiğimizde.

– Hep bana, hep bana demediğimizde.

– Alttakini daha da bastırmak yerine yukarı çekmenin daha asil ve doğru olduğunu anladığımızda.

– Yaşa değil başa baktığımızda.

– Herkesin aptal kendimizin akıllı değil de kendimizin aptal olduğunu fark ettiğimizde.

Hop, yaz sen de ey okuyucum! :)

Çocuklarınızı nasıl eğitmelisiniz?

Dijital dünyanın getirdikleri sadece günlük yaşamımızı etkilemedi ayrıca süregelen sistemde de büyük değişikliklere sebep oldu. Bunlardan en büyüğü ise eğitime oldu ve oluyor. Yaşanan farklılıklar doyum noktasına tam ulaşmamış olsa da yavaş yavaş herşeyi etkisi altına alıyor.

Hatırlıyorum. Ben ilkokula gidiyorken, ödevlerimizin birçoğu ansiklopediden araştırmalarla ilgili olurdu. Öğretmenimiz bir konu verirdi ve evimizde sıra sıra dizilmiş ansiklopedilerde bulup konuyla ilgili araştırma yapardık. Şimdi o ansiklopedilere ne oldu bilmiyorum. Hatta en son ne zaman bir ansiklopedi gördüm ondan da pek emin değilim.

Zira artık Google var.

Bir masada arkadaşlarımızla konuşurken bir konu hakkında emin olamadığımızda ilk olarak yaptığımız şey elimize telefonlarımızı alıp Google’a sormak oluyor. Önümüze onlarca kaynaktan binlerce sonuç çıkabiliyor. 3-5 tanesini okuyup, sağlama yapıp, doğru sonuca ulaşıyoruz. Çocuklarda da durum buna benzer olarak ilerliyor. Artık bir konu hakkında bir bilgiye ulaşmak ve bunun özetini çıkartmak için gerekli olan malzemeler; bilgisayar ve yazıcı. Saatlerce uğraşmaya da gerek yok. Buluyorlar, gerekli alanları kopyalayıp yapıştırıyorlar ve yazdırıyorlar; hop! ödev hazır!

Peki, bilgiye ulaşmak bu kadar kolay ise eğitime ne gerek var?

Şimdiki çocuklar için eğitimin amacı bize olduğundan farklı olmalı. Bizler için bu ödevler, ilgili konuyu öğrenmemiz ve doğru bilgiyi sentezleyebilmemiz için vardı. Şu anda bilgiler doğru ya da yanlış bir biçimde sentezlenmiş halde ulaşılabilir konumda.
Yeni jenerasyon için bu ödevlerin amacı “araştırma şevkini” ateşlemek ve “doğru ile yanlışı ayırt edebilmek için kasları geliştirmek” olmalı. Bir bilginin kolay ulaşılabilir olması, basit ve değersiz algısını uyandırıyor. Üstüne üstlük hafızada tutmak yerine 1-2 saniye içerisinde tekrar bakarım diyerek de beyinleri de tembelliğe alıştırıyor.

Sonuç olarak, var olan eğitim sistemi artık alışılmış amaçlardan kurtulmalıdır. Amacı; meraklı ve sorgulayan gençler yaratmak olmalıdır. Artık her birimiz bilgiye eşit mesafede uzağız fakat “öğrenme isteği” ve “doğruyu algılayabilme hali” bizleri ve çocuklarımızı farklılaştıracak olan en temel unsurlardır.

Yazarın notu: Ey ebeveynler, bırakın çocuklarınız kendileri araştırsın, kendileri doğru yolu bulsun. Ey öğretmenler, çocukların getirdiği bilgiden ne kadar emin olduklarına değil, bilgi havuzundan ne kadar yararlandıklarına odaklanın!

Şirketlerdeki en büyük problem: Takımsızlık

Birçok firmayla konuştuğumuzda yaşanan en büyük sıkıntının “takım” olarak hareket edilememesi olduğunu görüyorum. Firmalar öyle ya da böyle bir hedef oluşturuyorlar -ki bunların ne kadar sağlıksız olduğu ile ilgili ayrıca bir yazı paylaşıyor olacağım- ve bu hedef doğrultusunda tüm şirketin buna odaklanmasını istiyorlar. Haklılar. Zira takım olamamak şirketlere hem zaman hem de para kaybettiriyor. Doğa bile herşeyin grupça yapılması gerektiğinin altını çiziyor.
Örnek: marabuntalar. Kendilerinin diğer adı Güney Amerika karıncaları, küçücük olmalarına rağmen binlercesi birlik olup kocaman avları avlıyor ve yaşamlarını sürdürüyorlar. Bir belgeseli ekibinize izletmenizi tavsiye ederim.

Peki, biz insanlar neden bu düzene karşı gelmeye başladık? Bugüne kadar bu tarz problemlerle karşılaşmayan kuruluşlar için ne değişti de artık insan kaynaklarındaki fragmantasyondan rahatsızlık duyuyorlar?

Yaşıyor olduğumuz devre; Dijital Devrim deniyor fakat ben Kişisel Devrim diyorum. Dijitalleşme, “kişiselleşme” için kullanıyor olduğumuz bir araç sadece. Etrafınıza bir bakın, Instagram’da size verilen mesaj “iyi bir fotoğrafçı olabileceğiniz”, WordPress’te “iyi bir köşe yazarı olabileceğiniz”, Facebook’ta “ilgi çekici olabileceğiniz”, YouTube’da “iyi bir yönetmen/şarkıcı/oyuncu olabileceğiniz”. Dünyanın şu anda verdiği en büyük mesaj ise; “Tek bir cihazla size ait ve sizden başka kimseye ihtiyaç duymadığınız kişisel bir devrim yaratabileceğiniz”.

Hop, sabah oldu, uyandınız, ofisinize girdiğiniz an her yerde şu mesajları görmeye başlıyorsunuz; “Birlikte yapabiliriz!”, “Hep beraber daha güçlüyüz!”. Sonra patronunuz takım çalışmasının öneminden bahsedip duruyor.

Yaşadığımız bu ikilemi, bir sıcak bir soğuk duşa girmek gibi görüyorum. Vücut en sonunda afallıyor ve her ikisinin de gerçekliğinden uzaklaşıyor. Şu an bizlerin de şirketlerin de yaşıyor olduğu budur.

Çözüm, kişisel gelişimi destekleyerek, benzer yeteneklerdeki kişilerden takımları oluşturup, büyük gruba varmaktan geçiyor. İşin acı tarafı, bunu fark eden Amerikan şirketler aradaki boşluğu kapatmak için 10 sene öncesinden işe koyulmuşken, Türk şirketlerin %95’i hala bazı şeyleri dikte ederek çözebileceğine inanıyor.

Çözülmez arkadaşım. Çözüyorsun sanıyorsun biliyorum da, sen arkanı döndüğünde o çalışanının aklı başka yerde oluyor. Seni terk etti bile, sadece bedeni o bilgisayarın başında.

Aristolog ailesine katıldım!

Bir süredir hem burada hem de Aristolog.com adlı gündemi yakından takip eden pazarlama platformunda konuk yazar olarak yazıyorum.

Bugün itibariyle “kadrolu” yazarları olarak aileye katılmış bulunuyorum. :)

http://www.Aristolog.com ‘da da değindiğim farklı konuları takip edebilirsiniz!

20131103-000207.jpg