Çocuklarınızı nasıl eğitmelisiniz?

Dijital dünyanın getirdikleri sadece günlük yaşamımızı etkilemedi ayrıca süregelen sistemde de büyük değişikliklere sebep oldu. Bunlardan en büyüğü ise eğitime oldu ve oluyor. Yaşanan farklılıklar doyum noktasına tam ulaşmamış olsa da yavaş yavaş herşeyi etkisi altına alıyor.

Hatırlıyorum. Ben ilkokula gidiyorken, ödevlerimizin birçoğu ansiklopediden araştırmalarla ilgili olurdu. Öğretmenimiz bir konu verirdi ve evimizde sıra sıra dizilmiş ansiklopedilerde bulup konuyla ilgili araştırma yapardık. Şimdi o ansiklopedilere ne oldu bilmiyorum. Hatta en son ne zaman bir ansiklopedi gördüm ondan da pek emin değilim.

Zira artık Google var.

Bir masada arkadaşlarımızla konuşurken bir konu hakkında emin olamadığımızda ilk olarak yaptığımız şey elimize telefonlarımızı alıp Google’a sormak oluyor. Önümüze onlarca kaynaktan binlerce sonuç çıkabiliyor. 3-5 tanesini okuyup, sağlama yapıp, doğru sonuca ulaşıyoruz. Çocuklarda da durum buna benzer olarak ilerliyor. Artık bir konu hakkında bir bilgiye ulaşmak ve bunun özetini çıkartmak için gerekli olan malzemeler; bilgisayar ve yazıcı. Saatlerce uğraşmaya da gerek yok. Buluyorlar, gerekli alanları kopyalayıp yapıştırıyorlar ve yazdırıyorlar; hop! ödev hazır!

Peki, bilgiye ulaşmak bu kadar kolay ise eğitime ne gerek var?

Şimdiki çocuklar için eğitimin amacı bize olduğundan farklı olmalı. Bizler için bu ödevler, ilgili konuyu öğrenmemiz ve doğru bilgiyi sentezleyebilmemiz için vardı. Şu anda bilgiler doğru ya da yanlış bir biçimde sentezlenmiş halde ulaşılabilir konumda.
Yeni jenerasyon için bu ödevlerin amacı “araştırma şevkini” ateşlemek ve “doğru ile yanlışı ayırt edebilmek için kasları geliştirmek” olmalı. Bir bilginin kolay ulaşılabilir olması, basit ve değersiz algısını uyandırıyor. Üstüne üstlük hafızada tutmak yerine 1-2 saniye içerisinde tekrar bakarım diyerek de beyinleri de tembelliğe alıştırıyor.

Sonuç olarak, var olan eğitim sistemi artık alışılmış amaçlardan kurtulmalıdır. Amacı; meraklı ve sorgulayan gençler yaratmak olmalıdır. Artık her birimiz bilgiye eşit mesafede uzağız fakat “öğrenme isteği” ve “doğruyu algılayabilme hali” bizleri ve çocuklarımızı farklılaştıracak olan en temel unsurlardır.

Yazarın notu: Ey ebeveynler, bırakın çocuklarınız kendileri araştırsın, kendileri doğru yolu bulsun. Ey öğretmenler, çocukların getirdiği bilgiden ne kadar emin olduklarına değil, bilgi havuzundan ne kadar yararlandıklarına odaklanın!

Google’ın büyülü dünyası

Video

Apple’ın sokaklardaki mağazalardaki ciro ve “lovemark olma” başarısından sonra, tüm rakipleri “müşteriye yakın olmanın” önemli olduğunu idrak etti. Apple’dan sonra Microsoft da mağazalarıyla görücüye çıktıktan sonra sıra Google’a geldi.

Google, yeni yayınladığı bir kararla, “Snow Globe Outlet”lerini, New York City, Washington D.C., Chicago, Los Angeles, New Jersey ve Sacramento’da açacağını duyurdu. Bu projenin adını da “Winter Wonderlab” olarak da koydu.

Bu outlet’lere gidenler neler yapabilecekler?
Google, 3 ana “kullanıcısına kazanım” etrafında durmaya karar vermiş.

1) The Snow Globe -> Yapay karın yağdırıldığı büyük bir küre içerisinde, siz ve arkadaşlarınız hem eğlenebilir, hem de fotoğraf çekerek paylaşabileceksiniz.
2) Play Zones -> Google’ın “oyuncaklarını” kullanabilir, müzik dinleyebilir, oyunlar oynayabileceksiniz.
3) Shop -> Ve Google’ın oyuncaklarından sipariş edebilirsiniz.

Böylelikle, projenin tagline’ı “Play. Create. Chill.” ise cuk oturmuş oluyor.
Olayı sadece güzel cihazlara bakmak, incelemek ve satın almaktan çıkartan Google, Apple’a sokaklarda da savaş açmaya hazırlanıyor besbelli.

Yeni dünyanın ihtiyacı olan, “eğlence”. Her projeyi farklılaştıran karşınızdakine bir duyguyu geçirip geçiremediğinizle alakalı. Bunu da ancak bir tebessümle yapabilirsiniz. Tebrikler Google, Apple hamleni bekliyoruz!

Google

Basit ve karizmatik

Dürüst olalım!

Matrix filmini izlediğimizde hepimizin aklı karışmıştı. Bu gördüklerimiz gerçek olabilir miydi? Acaba bizlere mavi ya da kırmızı hap sorulmuştu da biz mi hatırlamıyorduk? Etrafımızdakilere daha farklı gözlerle bakmaya başlamıştık.

Ben de izlediğimde aynı duygulara sahip oldum ve hala da sahibim. Filmde hiç unutamadığım ve hala zihnime kazınmış bir sahne vardır. Ekibin içindeki köstebek, Agent Smith ile oturmuş leziz bir biftek yiyordu. Bifteği yerken “bu bifteğin olmadığını biliyorum ama beynim onu görüyor ve bu tadı/zevki aldığını sanıyor. Bunun gerçek olmadığını artık bilmek istemiyorum.” Diyordu. Bence filmin en çarpıcı sahnesi oydu. Buradaki kilit kelime algı.

Son 10 sene içerisinde algımızın herşey olduğu daha da belirlendi ve tüm pazarlama aktiviteleri algıyla oynamaya yönelik oldu. Zaten herşeyi fotografik hafızada kilitlenen insan ırkının algısıyla oynamak için de dizaynlarda/görsellerde profesyonelleşmek gerektiği de tüm sektörler tarafından kabul edildi.

Daha iyi reklamlar.
Daha iyi posterler.
Daha iyi moda.
Daha iyi dijital platformlar.

Herşey aşırı profesyonel, aşırı renk uyumlarıyla donatıldı. Amaç herkesin ilgisini çekmek ve algısını şekillendirmek için tasarlandı.

Tüm bu yarışın içerisinde bir marka kazandı ve tüm şekli değiştirdi: Apple.

Apple, “basit” bir tasarımla ve sadece siyah ve beyaz renk seçenekleriyle tasarıma yepyeni bir çizgi getirdi. Böylelikle basitliğin para yaptığının farkına vardık.

Neden işe yaradı? Çünkü insan beyni, milyonlarca seçenek, milyonlarca kombinasyonun arasında boğulmaya başlamıştı ki Apple bir kurtarıcı gibi konuya çözüm getirdi.

Şimdilerde de bu akımın dijital ortamlara da yayıldığını görüyoruz.

Facebook logosunu ve kullandığı ikonları değiştirdi.

Facebookun yeni logosu ve ikonları

Önce facebook yazan logosunu, gölgeli bir f yaptı. Şimdi de gölgeleri de çıkartan Facebook, sadece f’yi bırakıp sadece iki renk kullandığı bir logoya kavuştu. İkonlarını ise yine sadece iki renkle ve tek mesajlı butoncuklara dönüştürdü.

Google da bundan geride kalmadı. Fark ettiniz mi bilmiyorum ama Gmail’in yeni eposta penceresinde artık Adres, Title gibi alanlar silik bir şekilde yazılı duruyor ve yazmaya başladığınızda kayboluyor. Neredeyse karşınıza bomboş bir sayfa çıkartıyor.

Twitter’ın ilk logosu, twitter idi. Şimdi ise Larry Bird ile yoluna devam ediyor. Hatta iki renk ve çerçevesini kullanmıyor.

Nokia, Samsung gibi devler eskiden rengarenk kapaklı telefonlar üretirken şimdi sadece iki renk (siyah ve beyaz) seçeneği veriyorlar.

Tüm bu basitlik olgusunun Apple ile geldiğini söylememin abartı olduğunu düşünebilirsiniz. O halde, Apple öncesi, denenen smart phone cihazlarının neden tutmadığını da bir düşünmenizi rica ediyorum. :)

Algı herşeydir. Artık sex sells yerine simplicity sells demenin vakti gelmiştir.

Benefit – Sex Sells

20130419-232246.jpg

Küçük dünyada büyük balıklar

Bundan birkaç sene öncesini düşündüğümüzde sosyal medya hepimiz için bir hazineydi. Bunun birkaç sebebi vardı:

1- Kendi dünyalarımızdan çıkıp, yazdıklarımızla, çektiklerimizle ünlü olmaya başladık.
2- Dikkat çekmek için çok fazla uğraş vermemize gerek olmadığını fark ettik.
3- Bilgisayarın önünde saatlerce oturmamızın elle tutulur bir sebebi oluşmuştu.
4- Sosyal medyada dikkat çekebilmek çok önemli bir başarıydı. Herkesi hayran bırakabiliyorduk.
5- Ağımızı oturduğumuz yerden genişletebildiğimizi anlamıştık.

Dünya küçülüyordu ve biz küçülen dünyada büyük birer balıktık.

Tüm bunların zevkini aldıkça daha da çok “online” olmaya başladık. Her yere üye olduk. Her platformda var olmak istedik.

Videolar çektik, paylaştık.
Fotoğraflar çektik, arkadaşlarımızı etiketledik. Gerçek dünyadaki aksiyonlarımızı sanal dünyaya taşıma açlığı ile yanıp tutuştuk.
Yazılar yazdık. Hem de en mahremlerini. Tüm dünyayla paylaştık. Statüler, bloglar ….
İçimizdeki asiyi çıkarttık. Hem politik, hem dinen hem de daha birçok konuda yorumlarımızı açık açık yazdık.
Arada kullanıcı adı kullanıyorduk. Fakat artık kullanıcı adlarımızı bile ad-soyadlarımızla değiştirdik.
Bilinmek, duyulmak ve ünlenmek istedik.

Bugün, yukarıda bahsettiklerimin her birini yaparken alınacak karşılıkların farkında değildik. Yıllardan beri, gerçek dünyada ünlü olan kişilerin yakındığı birşeydi bu. Paparaziler.

Paparazzi, İtalyancanın bir lehçesinde rahatsız edici ses çıkartan küçük sinekler olarak adledilir ve 1960’lı yıllarda çekilmiş bir filmdeki fotoğrafçı karakterin soyadında kullanıldıktan sonra günümüzde de kullanılmaya başlanmıştır.

Peki, bizlerin paparazzileri kim?

Bazı soruları cevaplamanızı isterim:

– Sizin hakkınızda daha da fazla bilgi toplamaya çalışan birileri var mı?
– Sizin fotoğraflarınızı, yazılarınızı, ilişkilerinizi halkla daha da çok paylaşan birileri var mı?
– Hayatınızdaki tüm aksiyonları daha da çok paylaşmanız için birileri imkanlar sağlıyor mu?
– İstemediğiniz halde birileri size ulaşıyor mu?
– En önemlisi de verdikleriniz geri dönüşü olmayan dezavantaj ya da avantaj haline geliyor mu?
– Bu paylaşımlardan para kazanan birileri var mı?

Cevap, evet.
Kim sorusuna gelince; soru daha çok hangi platform olmalıydı.
Google, Facebook, Twitter, Instagram, Linkedin vb. vb.

Başta her Disney ünlüsü çocuk gibi verilen imkan ve hediyelerin karşılıksız olduğunu düşünen bizler şu anda bunlardan kaçmak için elimizden geleni yapıyoruz. Üyeliklerimizi kapatıp, bilgilerimizi değiştirip, profil fotoğraflarımızı değiştiriyoruz. Hatta güvenliğiniz sağlanması için yeni uygulamalar geliştiriliyor. Bunlardan birisi de NetVerify.

NetVerify bizi kurtarır mı?

Ben artık kurtarmaya, korumaya çalışan uygulamaların da, bu zaafımızı kullanmaya çalışan başka tür paparaziler olduğuna inanıyorum. Ne de olsa kişisel bilginizi vermeden ne bir platform ne de başka birşey kullanabiliyorsunuz.

Kurtuluşu var mı? Hayır yok.

Geçtiğimiz aylarda, Google, CIA’in Google’dan istediği kişisel raporları adet aralıklarıyla paylaşmıştı. Ünlü olmak daha kolay bulunulmayı da beraberinde getirdiği gibi, kaçışı olmayan bir yola da sokmuş oluyor.

Üzülmeyin, ünlü olmak için çok uğraştınız. Artık zevk almaya bakacaksınız, bakacağız.

20130409-221344.jpg