Şirketlerdeki en büyük problem: Takımsızlık

Birçok firmayla konuştuğumuzda yaşanan en büyük sıkıntının “takım” olarak hareket edilememesi olduğunu görüyorum. Firmalar öyle ya da böyle bir hedef oluşturuyorlar -ki bunların ne kadar sağlıksız olduğu ile ilgili ayrıca bir yazı paylaşıyor olacağım- ve bu hedef doğrultusunda tüm şirketin buna odaklanmasını istiyorlar. Haklılar. Zira takım olamamak şirketlere hem zaman hem de para kaybettiriyor. Doğa bile herşeyin grupça yapılması gerektiğinin altını çiziyor.
Örnek: marabuntalar. Kendilerinin diğer adı Güney Amerika karıncaları, küçücük olmalarına rağmen binlercesi birlik olup kocaman avları avlıyor ve yaşamlarını sürdürüyorlar. Bir belgeseli ekibinize izletmenizi tavsiye ederim.

Peki, biz insanlar neden bu düzene karşı gelmeye başladık? Bugüne kadar bu tarz problemlerle karşılaşmayan kuruluşlar için ne değişti de artık insan kaynaklarındaki fragmantasyondan rahatsızlık duyuyorlar?

Yaşıyor olduğumuz devre; Dijital Devrim deniyor fakat ben Kişisel Devrim diyorum. Dijitalleşme, “kişiselleşme” için kullanıyor olduğumuz bir araç sadece. Etrafınıza bir bakın, Instagram’da size verilen mesaj “iyi bir fotoğrafçı olabileceğiniz”, WordPress’te “iyi bir köşe yazarı olabileceğiniz”, Facebook’ta “ilgi çekici olabileceğiniz”, YouTube’da “iyi bir yönetmen/şarkıcı/oyuncu olabileceğiniz”. Dünyanın şu anda verdiği en büyük mesaj ise; “Tek bir cihazla size ait ve sizden başka kimseye ihtiyaç duymadığınız kişisel bir devrim yaratabileceğiniz”.

Hop, sabah oldu, uyandınız, ofisinize girdiğiniz an her yerde şu mesajları görmeye başlıyorsunuz; “Birlikte yapabiliriz!”, “Hep beraber daha güçlüyüz!”. Sonra patronunuz takım çalışmasının öneminden bahsedip duruyor.

Yaşadığımız bu ikilemi, bir sıcak bir soğuk duşa girmek gibi görüyorum. Vücut en sonunda afallıyor ve her ikisinin de gerçekliğinden uzaklaşıyor. Şu an bizlerin de şirketlerin de yaşıyor olduğu budur.

Çözüm, kişisel gelişimi destekleyerek, benzer yeteneklerdeki kişilerden takımları oluşturup, büyük gruba varmaktan geçiyor. İşin acı tarafı, bunu fark eden Amerikan şirketler aradaki boşluğu kapatmak için 10 sene öncesinden işe koyulmuşken, Türk şirketlerin %95’i hala bazı şeyleri dikte ederek çözebileceğine inanıyor.

Çözülmez arkadaşım. Çözüyorsun sanıyorsun biliyorum da, sen arkanı döndüğünde o çalışanının aklı başka yerde oluyor. Seni terk etti bile, sadece bedeni o bilgisayarın başında.

Görev Tanımınız nedir?

Kapitalist dünyanın getirdiği birçok şeyi bir yana bırakalım, hayatımızdaki en büyük değişikliği “az kaynak, çok çıktı” dediklerinde yaptı. Bu yaklaşımla beraber kariyer sitelerinde bahsedilen görev tanımı da yalancı bir söylem haline geldi. Zaten bir tanımda “esnek saatler”den bahsediliyorsa anlamak gerek ki o işin biteceği yok.

Geçtiğimiz günlerde, sohbetlerimizde geçen konu; görev tanımıydı. Bir iş günü içerisinde, size söylenen görev tanımının çok dışında olan kaç tane işi yapıyorsunuz? Ya da görevinizin tam olarak ne olduğunu kaç kez sorguluyorsunuz?

Tüm bunlara cevap verirken öncelikle bulunduğunuz firmadaki asli amacınızın ne olduğunu anlamanız gerekir. Bu amaç ikiye ayrılacaktır; kişisel amaç ve kurumsal amaç. Kişisel amaç, çalışmak için mi yaşıyorsunuz yoksa yaşamak için mi çalışıyorsunuz’un cevabına göre değişecektir. Fakat, kurumsal amaç üstlerinizin büyük resmi size gösterdiği kadarıyla şekillenecektir. İkisinin de ortak buluştuğu bir nokta yok ise yaptığınız çoğu iş size angarya gelecek ve motivasyonunuz düşecektir.

Kapitalistler, az kaynak, çok çıktı derken bir yandan da efektif çalışmayı öne sürüyordu amma velakin dünyayı bir ikileme sürüklediklerinin farkında değillerdi.

Bilinçsiz yöneticiler ikisini birleştirerek herkesin her işi yapması gerektiği kanısına vardılar. Bu durum, firmanın maddi anlamda karda olmasını sağlarken, aslında çalışanı sömüren ve mutsuzluk kaynağı bir yapıyı da yaratmış oldu. Sorumluluklar fragmente oldu ve iş çok daha zor çıkmaya başladı.

Bunu fark eden bazı firmalar, yeni organizasyonel modeller geliştirdiler. Örneğin; Zappos. Modelin adı holacracy Hiyerarşik yapının ve belirli görev tanımlarının yerine tüm ekibin tek bir amaca doğru koştuğu bu model şu an deneme aşamasında. Ne kadar başarılı olacağı tartışılır. Zira insanları mutlu kılabilmek için belirli sistemlere ihtiyacın olduğuna inanlardanım. Fakat unutmamak gerekir ki sistem kisvesi altında, çalışanların zamanı ve enerjisini aslında sorumlu olmadıkları veya olmamaları gereken işlerle alıkoymak bir insana yapılabilecek en kötü şeylerden birisi. Günün sonunda kişinin uzmanlaşmak istediği alandaki zamanını çalıp, başkasının uzmanlığındaki işe ortak etmeye çalışıyorlar.

Soru şu olmalı; bir çalışanı her işe koşturursanız gerçekten yapması gereken işte efektif olmasını nasıl beklersiniz? Ya aklınızda bir plan olmadığı için bu labirente giriyorsunuz veya bir mucize bekliyorsunuz.

Uzun lafın kısası; efektif olmak çağımızın en büyük gereksinimi ve bunu sağlamak için en önemli şeylerden birisi de doğru oryantasyon ve doğru tanım. Bu olmadığında deli danalar gibi herşeye koşan bir ekibiniz olur fakat sonuç elle tutulur olmaz.