Görev Tanımınız nedir?

Kapitalist dünyanın getirdiği birçok şeyi bir yana bırakalım, hayatımızdaki en büyük değişikliği “az kaynak, çok çıktı” dediklerinde yaptı. Bu yaklaşımla beraber kariyer sitelerinde bahsedilen görev tanımı da yalancı bir söylem haline geldi. Zaten bir tanımda “esnek saatler”den bahsediliyorsa anlamak gerek ki o işin biteceği yok.

Geçtiğimiz günlerde, sohbetlerimizde geçen konu; görev tanımıydı. Bir iş günü içerisinde, size söylenen görev tanımının çok dışında olan kaç tane işi yapıyorsunuz? Ya da görevinizin tam olarak ne olduğunu kaç kez sorguluyorsunuz?

Tüm bunlara cevap verirken öncelikle bulunduğunuz firmadaki asli amacınızın ne olduğunu anlamanız gerekir. Bu amaç ikiye ayrılacaktır; kişisel amaç ve kurumsal amaç. Kişisel amaç, çalışmak için mi yaşıyorsunuz yoksa yaşamak için mi çalışıyorsunuz’un cevabına göre değişecektir. Fakat, kurumsal amaç üstlerinizin büyük resmi size gösterdiği kadarıyla şekillenecektir. İkisinin de ortak buluştuğu bir nokta yok ise yaptığınız çoğu iş size angarya gelecek ve motivasyonunuz düşecektir.

Kapitalistler, az kaynak, çok çıktı derken bir yandan da efektif çalışmayı öne sürüyordu amma velakin dünyayı bir ikileme sürüklediklerinin farkında değillerdi.

Bilinçsiz yöneticiler ikisini birleştirerek herkesin her işi yapması gerektiği kanısına vardılar. Bu durum, firmanın maddi anlamda karda olmasını sağlarken, aslında çalışanı sömüren ve mutsuzluk kaynağı bir yapıyı da yaratmış oldu. Sorumluluklar fragmente oldu ve iş çok daha zor çıkmaya başladı.

Bunu fark eden bazı firmalar, yeni organizasyonel modeller geliştirdiler. Örneğin; Zappos. Modelin adı holacracy Hiyerarşik yapının ve belirli görev tanımlarının yerine tüm ekibin tek bir amaca doğru koştuğu bu model şu an deneme aşamasında. Ne kadar başarılı olacağı tartışılır. Zira insanları mutlu kılabilmek için belirli sistemlere ihtiyacın olduğuna inanlardanım. Fakat unutmamak gerekir ki sistem kisvesi altında, çalışanların zamanı ve enerjisini aslında sorumlu olmadıkları veya olmamaları gereken işlerle alıkoymak bir insana yapılabilecek en kötü şeylerden birisi. Günün sonunda kişinin uzmanlaşmak istediği alandaki zamanını çalıp, başkasının uzmanlığındaki işe ortak etmeye çalışıyorlar.

Soru şu olmalı; bir çalışanı her işe koşturursanız gerçekten yapması gereken işte efektif olmasını nasıl beklersiniz? Ya aklınızda bir plan olmadığı için bu labirente giriyorsunuz veya bir mucize bekliyorsunuz.

Uzun lafın kısası; efektif olmak çağımızın en büyük gereksinimi ve bunu sağlamak için en önemli şeylerden birisi de doğru oryantasyon ve doğru tanım. Bu olmadığında deli danalar gibi herşeye koşan bir ekibiniz olur fakat sonuç elle tutulur olmaz.

Rahatsanız, yanlış yoldasınız

Çokça sevdiğim laflardan birisi de “Her erkeğin sabah kalktığında pantolonunu giyecek bir sebebi olması gerek”tir. Bu deyiş, erkeğin veya adam olanın aksiyon içinde, hayatın içinde olması, yaşama nedeninin bulunması gerekliliğini anlatıyor.

Doğru. Bence de olmalı. Adam olan evde üretken olmayan, sadece tüketmeye ve yok etmeye meyilli bir şekilde olmamalı, olamaz. Ben inanıyorum ki, herkesin önce kendine sonra da dünyaya katmakla yükümlü olduğu amaçlar var. Bunları saklamak, zamandan çalmak hem kendisine hem de bizlere günah!

Biz, çalışan insanların durumunda evden çıkma sebebini bulmak pek sorun da değil gibi duruyor. Hepimiz sabah 06-07 arasında uyanıp evden çıkma sebebimiz olan işlerimize gidiyoruz.

Peki, gerçekten aksiyon içinde bulunmaya mı gidiyoruz? Bu sebep ne kadar da doğru?

Bir araştırma okumuştum. Beyninizin farklı çalışmasını istiyorsanız, monotonluktan çıkması gerektiğini anlatıyordu. Bunu da başarmak aslında o kadar da zor değil. Araştırma, akşam yemeğinizi yerken hep aynı yerde oturmamayı, işinize giderken farklı bir yolu tercih etmeniz gerektiğinden bahsediyordu. Beyninizin dünyayı farklı bir açıdan görmesine yardımcı olmanız, asıl konuydu.

İnsan, kendisini zorladıkça, rahatlık alanından (comfort zone) çıktıkça yeni şeyleri öğrenir, görür.

Ofislerinize gidiyor ve her sabah aynı şeyi, her öğlen tıpkısını ve akşam üstü de benzerini yapıyorsanız, tamamen “comfort zone”da bulunuyor ve kendinize kötülük ediyorsunuzdur. Rahat rahat hep güvenli yolda ilerleyerek ne birşey öğrenebilirsiniz ne de ilerleyebilirsiniz.

Amerika’da çalışırken şirketim, Huron Consulting Group’un İnsan Kaynakları Müdürü “bir şirkette 2 yıldan fazla çalışmanın kariyer için zararlı olduğunu” söylemişti. Bu tabii uç bir söylem. Hemen gidin istifa edin demiyorum. Ama küçük şeylerle başlayın.

Hiç yapmadığınız bir projede görev alın.
İnsiyatif alın, sonucuna katlanın.
Adım atın.
Strateji kurun.
Geleceğe dair öngörü yapın ve bunun izinden ilerleyin.
Yöneticiniz olmadan da risk alın.
Sunum yapın.
Büyük bir grup önünde Konuşma yapın.

Yapın. Yaptırın. Edilgen olmayın.

Yıllarca okullarda dirsek çürütme ve statünüzü koruma savaşında verdiğiniz bu çaba, bahsettiğim fırsatları hak etmiyor mu sizce?

20131118-230022.jpg

Bunları okulda öğrenemezsiniz!

Eğitim hayatımızın ilk anlarından beri annemiz, babamız, öğretmenlerimiz bize neyin doğru veya yanlış olduğunu söylüyor ve buna göre yönlendiriyordu. Çoğumuz bu tavsiyelere uygun olarak eğitim hayatımızı tamamladık. Ve kariyer hayatımıza başladık.

Eğer ailelerimizin şirketlerinde çalışmaya başlamadıysak, kariyer hayatına başladığımız andan itibaren tamamen tek başımıza kaldık. Seneler boyu akıl veren bu insanların yerine patronlar, müdürler ve iş arkadaşlarımız geçti. Bazı global kurumsal şirketlerde ise “yalnız kaldığımızı unutturmak için” mentorlarımız oldu. Ama en son kararı hep biz almaya başladık. Peki, bunun farkında mıyız? Yoksa senelerin verdiği alışkanlıkla hala birilerinin bizler için kararlar almasını mı bekliyoruz?

İşte bu noktada, ne üniversitelerde ne de başka eğitim kurumlarında öğretilmeyen bir konuya geliyoruz. Kariyer hayatınız boyunca atılan tüm adımlar yalnızca ve sadece sizi bağlar ve sonucu konusunda kimse size garanti veremez. Üstleriniz veya mentorlarınız tarafından verilen akıllar sizden daha çok, şirketin geleceğini sağlama almak amacıyla söylenen sözlerdir. Eğer ki gitmek istediğiniz hedefi kafanızda belirlemediyseniz, o kurumun amacına göre şekillenirsiniz ve oradan oraya savrulursunuz.

Bu savrulma, ilk başta sizin kendi istediğiniz birşeymiş gibi gelir. Karar verebilmenin o dayanılmaz egoist hissiyle, mutlusunuzdur ve yaşanan sıkıntıların yürüdüğünüz yola yardımcı olduğunu düşünürsünüz. Halbuki, her seçilen hedef sıkıntı yaratmak zorunda değildir ve dayanılmaz sıkıntılar çekiyorsanız, birşeyleri arada bir kazanabilmelisinizdir. Açıkçası şunu benimsemekfe fayda vardır; gideceği yeri bilmeyen bir yelken için rüzgarın hangi yönden estiğinin pek de önemi yoktur.

Rüzgarın yönünün doğru olup olmadığını anlamak için aşağıdakilere dikkat etmeyi unutmayın:

1) 20 sene sonra kendinizi nerede görmek istiyorsunuz? Bunun cevabını verin.
2) Bulunduğunuz nokta sizi o hedefe mi götürüyor yoksa zaman mı kaybettiriyor?
3) Tutkunuz ve inandığınız şey nedir?
4) Herşey para değildir. Ve kendi kariyeriniz için birkaç ay lüks restoranlara gitmezseniz dünyanın sonu gelmeyecektir ama parayı en birinci önceliğe koyarsanız kendinizin değil paranın kölesi olursunuz.
5) Kim olduğunuzdan ödün vermeyin.

Çünkü ancak siz, kendi kurtarıcınız olabilirsiniz. Michael Jackson’ın da dediği gibi All I wanna say is that they don’t really care about us.

20130819-001537.jpg