Bi’log Arası: Ceylan Çetinbağ

İş hayatımız süresince bazen -eğer şanslıysak- gerçekten iyi kalpli insanlarla karşılaşırız. Sevgili Ceylan da benim için o insanlardan birisi. Kendisi hem perakende sektöründe işini severek yapan bir işkadını hem de Ela’nın annesi. Evet, bu haftaki konuğum, Intersport Türkiye’nin Pazarlama Müdürü Ceylan Çetinbağ. Kendisiyle hoş bir sohbet yaptık. İyi okumalar!

İpek Alkan: Kendinden biraz bahseder misin? IMG_1140 kopya kopya

Ceylan Çetinbağ: Eğitim hayatım Samsun, Konya ve İstanbul’da geçti. İstanbul Bilgi Üniversitesi İşletme Lisansı sonrasında Galatasaray Üniversitesi Pazarlama İletişimi Yüksek Lisans derecelerini aldım. Üç yıllık bankacılık sektörü deneyimimin ardından, 2010 yılından bu yana perakende sektöründe çalışıyorum. Bir pazarlama profesyoneliyim; ayrıca Ela isminde bir şekerin de annesiyim :)

İpek Alkan: Kanyon AVM’de uzun süre görev aldıktan sonra şimdi de Intersport’un Pazarlama Müdürüsün. Bir AVM’den sonra, tek bir marka ve tek bir ürün gamına yoğunlaşmak rahatlatıcı oldu mu? Arada ne gibi farklar hissediyorsun?

Ceylan Çetinbağ: Her ne kadar çalıştığım iki marka da aynı sektörde olsa da AVM/marka dinamiklerinin oldukça farklı olduğunu çok daha iyi gözlemliyorum şu an. Kanyon’da müşteri deneyimi herşeyin üzerinde ve çalışmalarımızın temelini oluşturuyorken; Intersport’ta daha ürün odaklı olduğumuzu söyleyebilirim. Pazarlama stratejisi olarak farklı iki bakış açısı; farklı girdileri ve çıktıları var. Bunu deneyimlemek benim için heyecan verici.

Okumaya devam et

Bi’log Arası: Gökhan Mercanoğlu

Bu hafta, sektörde adını yüksek olasılıkla duyduğunuz, işinin duayenlerinden, dost insan Danışman ve Girişimci Gökhan Mercanoğlu’nu okuyacağız, dinleyeceğiz. Kendisi gerek global gerekse de lokal birçok firma ile çalışmış, hizmet vermiş ve birçok sektörün nabzını tutabilen bir girişimci. Her zaman yeninin peşinden koşan, araştırmacı ve hep beyin GM1fırtınasına hazır Gökhan’ın hızına yetişmek pek mümkün değil ama, ben biraz hızını yavaşlatarak cevapları almaya çalıştım. :) İyi okumalar!

İpek Alkan: Kendini biraz anlatır mısın?

Gökhan Mercanoğlu: Kısaca Danışmanım:)  Danışmanlıkta 15. Seneye giriyorum bu süreçte finanstan, enerjiye, tekstile, inşaata, teknolojiye, üretime hemen hemen bilinen tüm sektörlerde sektörde 40’dan fazla firmanın 60’dan fazla projesinde danışman, proje yöneticisi olarak görev aldım. Bu alanda, 30’dan fazla yayınlanan makalem oldu, 5 teze kaynaklık yaptıktan sonra dayanamayıp CRM konusunda bir de tez yazdım. Bildiğin gibi çok rahat durmayan bir insanım sürekli bir şeyleri araştırır yeni fikirler ortaya koyar eğer kaynaklar mümkünse hayata geçirmeyi denemeyi severim.

İpek Alkan: Özel sektörde hatırı sayılır bir firmada üst düzey yönetici iken, kendi işini kurmaya karar veriyorsun. Kararı vermek zor oldu mu? Şu an, bu karardan memnun musun?

Gökhan Mercanoğlu: Böyle sorunca zor bir karar olarak görünüyor. Fakat ben hayatın her dönemine proje olarak bakıyorumTüm girişimlerimde 2000, 2004, 2010, 2011 hepsi bir “Yeni bir proje ” dolayısıyla bu tip kararı vermek çokta güç olmadı.

Ben çevremdeki girişimci adaylarına; rahatınıza düşkün değil, riskleri seviyor, kaynaklarınız uygun ve yapacağınız işe tutku duyuyorsanız ve sonuçlarını ön görebiliyorsanız hemen girişimci olmalısınız diyorum. Bu nedenle kesinlikle verdiğim karardan memnunum.

İpek Alkan: Çoğu danışman, çok daha teorik yaklaşımlarda bulunur. Bence, senin en büyük farklılıklarından birisi de işin teknik tarafını da biliyor hatta yapabiliyor olman. Bu özelliğin size ne gibi avantajlar sağlıyor?

Gökhan Mercanoğlu: Aslında ben bunu dansa benzetiyorum. Teori tarafı kadar teknik tarafta güçlüyse iyi bir sonucu görüyoruz. Yani iki partnerinde iyi olması gerekiyor. Bunun farkındalığıyla kar amacı gütmeyen ERPakademi’yi kurarken akademik dünyanın ürettiği teori ve tezleri teknikle buluşturarak uygulamalara dönüştürmemizi sağladı.  Bu süreç teknik tarafımın da gelişmesini sağladı.

Şimdilerde bir proje düşünülürken hemen teknik alt yapısını, yeni teknoloji kaynaklarını, risklerini, çözülmesi gereken olası teknik problemleri teori aşamasında düşünerek çözümler/alternatifler üretmemizi sağlıyor, daha çevik kararlar almamızı sağlıyor. Ben her proje paydaşının biraz da olsa teknik tarafını geliştirmesi gerektiğine inanıyorum.

Embed from Getty Images

İpek Alkan: Firmalardaki en büyük ihtiyacı en çok nerede görüyorsun?

Gökhan Mercanoğlu: Firmalarda en büyük ihtiyacı; analitik çözümler ve analiz araçlarında görüyorum. Özelikle işletme hedeflerine ulaşma, geri dönüşümleri izleme hem de yeni fırsatları görme konusunda; büyük veri analizi, analitik çözümler önemli yer kaplamaya devam ediyor.

İpek Alkan: Firmanızın sosyal medya ayağı da bulunuyor. Sosyal medyaya baktığında sence tamamen doyuma ulaştı mı? Yapılabilecek yeni bir platform/ uygulama kaldı mı?

Gökhan Mercanoğlu: Kişisel kanaatim, sosyal medyanın kullanımında standart yapılabilecekler bir noktaya geldi fakat doyuma ulaştı demek için daha çok erken. 2015 de lokasyon bazlı pazarlama, mikro hedefleme, sem daha da önemli olacak. Özellikle sosyal medyayı kullanarak, doğrudan pazarlama alanında yapılacak çok proje olduğunu söyleyebiliriz.

Platform konusunda ise; bugüne kadar hep kurumdan tüketiciye yönelik uygulamaları gördük. Yakın gelecek ise, tüketiciden kuruma doğru, dış görünün yoğun olduğu platformlar ile karşılaşıyor olacağız.

İpek Alkan: Sektörde özellikle mobil geliştiricilerde bir açıklık var. Herkes uygulama geliştirdiğini söylüyor ama kalite çok düşük olabiliyor. İyi yapanlar ise şu an sektörü sömürüyor. Sence, Türkiye’nin bu konuda geri kalmasının sebebi nedir? Mobil dünyanın bu kadar büyüyebileceğini öngöremedik mi?

Gökhan Mercanoğlu: Haklısın, mobil konusunda uluslararası alanda çok iyi bir konumda olabilirdik. Sanırım bu dönüşümde daha kısa vadede yüksek kazanç beklentileri sektörü olumsuz etkiledi. Projelerin katma değerine bakmadan sırf mobil proje yapmak için projeler gerçekleştirildi. Şöyle düşündüğümüzde bile iyi iş çıkaran uygulamaların/firmaların sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor.

“Sömürme” konusuna gelince, bu çok doğru bir tespit. Mobil yaygınlaşma sürecinde iyi yazılım evleri bir karar verme durumda kaldılar, ya web/masaüstünde kalacaklar ya da mobili destekleyeceklerdi. Konservatif davranan birçok iyi yazılım evi var olan pozisyonlarını korumak için web/masaüstünde kaldılar. Şimdilerde bizde “mobilci” olduk deseler de bu seferde referans projelerinin az olmasından dolayı bilinen mobil üretici firmalara işler kaymaya devam ediyor. Bu da mini bir projenin bile yüksek bütçeler ile karşılaşmasına neden oluyor.

Mobil dünyanın bu kadar büyüyebileceğini öngöremedik mi?  Evet, sanırım bu ülkede hep böyle oluyor; çok değil daha 10 sene öncesine kadar “neden web siteniz olmalı” diye web üreticileri, firmaları ikna etmeye çalışıyorduk. Web gerekli mi, ticari sistemler gerekli mi, bilgisayar gerekli mi, matbaaya kadar gider :) bu konuda danışmanlara, sektör öncülerine, kanaat önderlerine düşen yeni bir akım/konsept/platform oluştuğunda çok boyutlu analizlerle, derinlemesine öngörüler ile uzun vadeli çıkarımları sektöre paydaşlara sunmaktan geçiyor. Ya da otorite kabul edilen uluslararası araştırma kuruluşlarının ön görü ve analizlerini daha yakından takip etmek gerekiyor.

İpek Alkan: 2015 senesine girerken, firmalara daha karlı bir yıl geçirmeleri için ne öğüt verirsin?

Gökhan Mercanoğlu: Bir öneri olarak hiç değişmeyecek bir gerçek var; müşteriyi “doğru” anlamak. Segmente ederken, ürünleri geliştirirken, ekipleri hazırlarken, projeleri geliştirirken, sunarken ve fiyatlandırırken müşteriyi doğru anlamak gerekiyor!  Müşteri her şeyi biliyor, daha iyi kıyaslıyor ve kendini en iyi anlayan firmayı tercih ediyor! Firmalar müşteriyi ne kadar iyi anlarlarsa, o derece az maliyetle; doğru müşteriye ulaşabilirler. Bu nedenle analitik araçlar, firmalar için yeni rekabet silahı olarak görünüyor.

İkinci olarak da Google’ın ConsumerBarometer  Türkiye’nin online kitlesi ve tüketici kitlesi konusunda çok önemli istatistikleri ortaya koydu bence firmalar bu analizden de faydalanarak yeni çözümler, yaklaşımlar uygulayabilirler.

Bi’log Arası: Menend Esemenli

Bazı insanlar vardır; size sizden fazla güvenir ve gelişiminiz için büyük destek verir. Bu haftaki konuğumun da benim için böyle bir önemi var. 

Şu anda görev aldığım ADBA A.Ş.’nin Yönetim Kadrosunda bulunan ve benim yöneticim, Menend Esemenli, ricamı kırmayıp, değerli bilgilerini bizlerle paylaştı. Kendisi, çok başarılı bir eğitimin yanı sıra, Stratejik Pazarlama konusundaMenend Esemenli #2 söz sahibi olan bir iş adamı. Emin olun bu söyleşiden, bireysel veya kurumsal gözlerle de okusanız çok faydalanacaksınız.

İyi okumalar!

İpek Alkan: Kendinizi biraz anlatır mısınız?

Menend Esemenli: Bu soruya genelikle kısa bir özgeçmiş şeklinde cevap vermek adettendir. Ben de öyle yapayım. Mühendislik eğitimimi Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünde tamamladım. Eğitimini almış olduğum mesleğimi hiç yapmamış olmama rağmen, ana dalımı çok severek okuduğumu, mühendislik eğitiminin ve de üniversitemin iş hayatıma dair çok önemli etkileri olduğunu söylemeliyim. Akabinde, işletme alanında yüksek lisansımı tamamladım ve kariyerime yurtdışında Avusturya Viyana’da başladım. Yaklaşık 4 sene sonra, Türkiye’ye dönerek ADBA A.Ş.’de görev aldım.

İpek Alkan: Bir İnşaat Mühendisi olarak, Stratejik Pazarlama & Danışmanlık sektörüne geçiş kararınız nasıl oldu?

Menend Esemenli: Kolay oldu. Bu soruya, sektörden bağımsız cevap vermek isterim. Çünkü, iş hayatının bazı temel dinamikleri var. Bu dinamikleri şöyle özetleyebilirim; Tahlil et, Karar ver, Uygula, Ölç, Öğren. Bunları yaparken mühendislik ve işletme eğitimlerinin getirdiği formasyon çok faydalı oluyor! Geriye kalan kısım ise, faaliyet gösterdiğiniz sektör ne ise, ona özel şartları öğrenmek, ve temel formasyonunuzla harmanlamak. Üniversitede eğitimini aldığınız ana daldaki sektörde çalışsanız da, bu öğrenme ve harmanlamayı sürekli yapmanız gerekiyor. Çünkü iş hayatı, karşılaştığınız tabloya göre, akademik teoriyi günlük pratiğe her gün yeniden uygulamanızı gerektiriyor. Tablo her gün değişiyor!

İpek Alkan: Türkiye’de gördüğümüz ve gıpta ettiğimiz birçok fikrin aslında yurtdışından alıntı olduğunu görüyoruz. Sizce Türkiye’den özgün fikrin az çıkmasının sebebi nedir?

Menend Esemenli: Bu şekilde bir düşünce maalesef yaygın bir şekilde var. Fakat, ben buna tam olarak katılmıyorum. Yurtdışına örnek teşkil eden fikirler ve projeler geliştiren çeşitli firmalarımız ve hatta sektörlerimiz var. Ben konuya şöyle bakıyorum; Yeniyi ve özgünü yapmak hiç kimse için kolay değil. Doğal olarak, ortaya çıkan yeni ve özgün örnekler de pek nadir oluyor. Bu da esasında yaratıcılığın sınırlı olmasından kaynaklanmıyor. Yeniyi ve özgünü yapmak, beraberinde risk getirir. Şirketler, özellikle çeşitli risk faktörlerinin arttığı ortamlarda – örneğin genel ekonomik risk, pazar riski, sektörel risk, müşteri riski, vb. – varolan risklere ek olarak, yeni ve özgün işler yapma riskini de almak istemiyorlar. İştahlarını kaybediyorlar. Fakat unutmamak gerekir ki, yeni ve özgün işler, firmaların sürekliliği açısından elzem değerde. Biz müşterilerimize şunu söylüyoruz; “Şirketler, hata yaptıkları için değil, doğru bildiklerini çok uzun süreyle tekrarladıkları için kaybeder”.

İpek Alkan: Yönetim kadrosunda olduğunuz ADBA’da fikir geliştirirken veya çözüm üretirken nelere dikkat ediyorsunuz?

Menend Esemenli: Ben yaptığımız işi ve çalışma şeklimizi “Pazarlama ve Strateji Mühendisliği” olarak tanımlıyorum. Hizmet Screen Shot 2014-10-29 at 3.43.54 PMettiğimiz kurumun ihtiyacı doğrultusunda, doğru stratejik önermeyi ve amaca hizmet edecek fikri bulmaya çalışırız. Bunu yaparken de, önce ihtiyacı ve varolan durumu tahlil eder, üzerinde düşünürüz. Bizi sonuca ulaştıracağına inandığımız stratejik çözümü, alternatifleri ile birlikte geliştirir ve üzerinde yürüyecek olduğumuz fikir için en doğru mekanizmayı belirlemeye çalışırız. Ve sonrasında uygulama gelir. İşin en kritik yanı ise; Uygulama sonrasında çıktıları takip eder ölçümleriz ve projenin ileriki etapları için bir input olarak kullanırız. Sürekli iyileştirmeye gayret ederiz. Tüm çözümler “terzi işi/haute couture” olmak zorunda. İhtiyaca uygun fikri bulup doğru ölçü ve model ile dikmek zorundasınız. Provalar ile de sürekli kontrol edip iyileştirmelisiniz.

Biz ADBA’da hizmet verdiğimiz markalar için, “özel” ve “benzersiz”, fakat bir o kadar da “kolay” ve “uygulanabilir” çözümler geliştirmeye çalışıyoruz.

Yaptığımız her işte, “strateji”, “yaratıcılık” ve “teknoloji” dengelerini iyi kurarak, pazarlama araçlarının doğru harmanını bulmaya özen gösteriyoruz.

İpek Alkan: ADBA, yolculuğuna başladığı 1986 yılında, bir entegre pazarlama iletişim şirketi olarak kurulmuş. Bugüne kadar geçen süre zarfında “danışmanlık” alanını da hizmet portföyüne eklemiş ve büyütmüş. Bunu tetikleyen durum neydi? Sizce sektörde böyle bir ihtiyaç var mıydı?

Menend Esemenli: Evet doğru. ADBA A.Ş., “Dialogue ve Relationship Marketing” alanında hizmet etmek üzere 1986 yılında kurulmuş Türkiye’nin ilk “Entegre Pazarlama ve İletişim” firması. Kuruluşundan itibaren geçen süre zarfında ADBA, Türkiye’deki operasyonlarına ek olarak Avusturya ve Almanya merkez olmak üzere AB ülkelerindeki operasyonları da eklemiş ve de yurtdışına hizmet ihraç eder duruma gelmiş. ADBA, teknolojinin ve iş dünyasının da değişimiyle, “Pazarlama İletişim” hizmetiyle başladığı bu yolculuğa, “Danışmanlık” ve “İnovasyon” bölümlerini de katarak devam ediyor.

Şu anda ADBA, “marketing”, “consulting” ve “innovation” olarak adlandırılan 3 ana hizmet grubu altında çalışan yerli ve yabancı uzman ekibiyle, 30 yıla yakın süredir, ulusal ve uluslararası düzeyde müşteri ihtiyacına uygun stratejiler geliştiriyor ve projeler yönetiyor.

Pazarlama’ya ek olarak, “danışmanlık” ve “inovasyon” iş birimlerini eklememizin nedeni, tamamen müşteri ihtiyaçları ile ilgili. Çünkü, artan rekabet şartları altında, gün geçtikçe müşterilerimiz bizden yalnızca bir pazarlama kampanyası değil, kendilerini başarıya ulaştıracak stratejik çözümler ve bu çözümlerin uygulanışına dair yol haritaları ister hale geldi. Biz de ihtiyacı görüp, buna uygun bir yapılanmaya geçtik.

İpek Alkan: Sizce, firmaların size olan bu talepleri, iş gücündeki yetersizlikten mi yoksa kurumsal eksikliklerden mi kaynaklanıyor?

Menend Esemenli: Bu konuda biraz önce cevapladığım gibi, ADBA’nın iş yapış kültürünün çok etkili olduğunu düşünüyorum. Ayırca, şu faktörlerin de altını çizmek isterim;

  • Müşterimizin işini kendi işimiz gibi sahipleniriz
  • Farklı sektörlere hizmet vermenin getirdiği deneyimimiz ile ekip olarak yetkinliğimizi sürekli güncel kılarız
  • Bu güncel deneyimi çalışmalarımızda kullanır ve müşterimize aktarırız
  • Senin de içerisinde olduğun yetkin ve değerli ekibimiz ile hizmet verdiğimiz kurumlara yalnızca tavsiyede bulunmaz, tavsiye ettiğimiz stratejinin uygulanmasında onlarla ele ele omuz omuza destek çalışırz.

İpek Alkan: Ekonomik ve sosyal olarak zorlu bir dönemden geçiyoruz. Firmalara bu dönemde nasıl adımlar atmalarını tavsiye edersiniz?

Menend Esemenli: Ben bu soruya, kurumsal uzmanlık alanımız olan “strateji” ve “pazarlama” bakış açısından cevap vereyim.

Eskiden şirketler büyüklükleri hakkında bilgi verirken; üretim alanı, çalışan sayısı gibi rakamlardan bahsederlerdi. Artık günümüzde, şirketler güçlerini ifade etmek için müşteri sayılarını söyler hale geldi!

Gün geçtikçe rekabetin arttığını ve birim müşteri değerinin ne kadar önemli olduğunu söylemeye gerek yok.

Okumuş olduğumuz pazarlama kitaplarında bizlere “müşteriyi seçme teknikleri” öğretilirdi. Şimdi, siz müşteriyi değil, müşteri sizi seçiyor!

Sahibi olduğunuzu düşündüğünüz markanın sahibi ise aslında siz değilsiniz. Markanızın gerçek sahibi müşterileriniz!

Yapabilecekleriniz belli; doğru ürün, doğru hizmet, doğru pazarlama ve doğru iletişim.

Markanız için geliştireceğiniz ve de müşterilerinizin bir parçası olacağı hikayeniz olmalı. Sıkça kullanılan bir deyiş var: “A Great Brand is a Great Story!”

Teşekkür ederim.

Bi’log arası: İpek Dinç

Birçok söyleşi okuyoruz. Amma velakin sektörlerinde başarılı olan liderlerin birçoğu aynılaşmaya başladı. Hep aynı firmaların ezberlenmiş mesajlarını dinliyor duruyoruz. Buna bir dur demek gerek!
Artık Mitokondrim’de yaptığı işte başarılı olan gizli kahramanları zaman zaman konuk ediyor olacağım.

İlk konuğum, 20 seneyi aşkın süredir dostum olan ve Caz Müziğinde başarılarla dolu bir kariyeri olan İpek Dinç Yüce. Kendisine nacizane birkaç soru sordum. İyi okumalar!

IMG_0340.PNG

İpek Alkan: Kendini biraz okuyucularıma tanıtır mısın?

İpek Dinç Yüce: Ben İpek Dinç Yüce. İstanbul doğumluyum. İstanbul Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü mezunuyum. Ancak 9 senedir profesyonel olarak caz vokalistliği yapıyorum. 2006 senesinde katıldığım İstanbul Caz Festivali – Genç Caz yarışmasını kazanarak grubumla caz festivali kapsamında konser verdim. 2009 senesinde Nardis Jazz Club – Genç Caz Vokal yarışmasını kazanarak Estonya’nın Tallinn şehrinde düzenlenen Nomme Caz Festivali yarışmasına katılma hakkı kazandım. Orada Türkiye’yi temsilen 3. seçildim ve pek çok festivalden davet aldım. Bunu takiben yine 2009 senesinde Pori Caz Festivali, Oslo Caz Festivali ve Riga Caz Festivalleri’nde konserler verdim, Litvanya’nın Klaipeda şehrinde düzenlenen Jazz Voices yarışmasına katılma hakkı kazandım. Yine 2009 senesinde başlamak üzere 3 sene boyunca The Marmara Otel’de Şevket Uğurluer ile çalışma fırsatı yakaladım. Günümüze dek Önder Focan, Selçuk Sun, Şenova Ülker, Yahya Dai, Neşet Ruacan gibi değerli müzisyenlerle çalıştım, çalışmaya devam ediyorum. 2005 senesinden beri çeşitli mekanlarda düzenli olarak konserlerim ve programlarım devam etmekte.

İpek Alkan: Kariyerinde dönüm noktası olarak gördüğün anı anlatır mısın?

İpek Dinç Yüce: Sanırım benim için iki dönüm noktası var ve ikisi de Türkiye’nin en önemli müzisyenlerinden ikisi ile alakalı. Birincisi 2005 senesinde İlham Gencer ile tanışmam. Müzik hayatına adım atmama ve bu küçük camiada tanıdığım herkesle tanışmama vesile olan isimdir İlham Bey. Onun sayesinde yukarıda bahsettiğim yarışmalara katıldım ve şu an bulunduğum yerdeyim. İkincisi ise, 2009 senesinde Şevket Uğurluer’den gelen bir teklif üzerine kendisi ve grubuyla The Marmara Otel’de müzik yapmaya başlamamdır. Bu noktaya dek müziğin benim için bir hobi olduğunu ve meslek olarak yapmayacağımı söylemiştim hep, fakat bu iş hayatımı değiştirdi diyebilirim ve tam zamanlı bir müzisyen olarak çalışmaya başladım.

İpek Alkan: Sence, Türkiye’de caz müziğinin dinleyici hedef kitlesi kimler?

İpek Dinç Yüce: Caz müziği, aslında kökeninin olduğu Amerika başta olmak üzere icra edildiği pek çok ülkede her kesime, özellikle de öğrenci ve genç kesime hitap ediyor. Türkiye’de ise son zamanlara kadar daha çok belli bir yaşın üzerindeki elit kesime hitap ediyordu. Ancak artan caz festivalleri ve caz müziğinin dünyadaki popülerliğinin de artmasıyla birlikte biz de ülkemizde caz müziğine ilginin arttığını görüyoruz ve bence bu çok mutluluk verici bir gelişme.

İpek Alkan: Hedef kitlesinin kısıtlı kaldığını düşünüyor musun? Neden?

İpek Dinç Yüce: Yaşadığımız ülke itibariyle ister istemez caz müziği Türkiye’de kısıtlı kalıyor bence çünkü hala “caz” dendiğinde “O dediğiniz nasıl bir şey” diye soran, konuyla ilgili hiçbir fikri olmayan veya “Caz beni uyutuyor” şeklinde önyargılara sahip çok insan olduğunu görüyoruz. Halbuki cazın çok değişik tarzları var ve bazıları inanın uyumanıza asla izin vermez. Ben bunun bizim geleneklerimizle ilgili olduğunu düşünüyorum çünkü caz müziği bizim toprakların müziği değil ve bizim insanımıza uzak. Ama tanıdıkça seven ve içine girince nasıl bir derya olduğunu görüp bırakamayan da çok insan var. Caz müziğinin yukarıda bahsetttiğim sebeplerden dolayı kısıtlı kalması sonucu maalesef Türkiye’de bu tarzı icra edebileceğiniz veya dinleyebileceğiniz çok mekan da yok. Konunun öncülerinden Nardis Jazz Club ile birlikte bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar mekan, bence İstanbul gibi bir metropol için çok az. Umarım ileride bunun da değiştiğini ve hem biz müzisyenlere hem de siz dinleyicilere yeni mekanların kazandırıldığını görürüz.

İpek Alkan: İşinde başarı kriterin nedir?

İpek Dinç Yüce: Benim için en önemli başarı kriteri, dinleyicilerimin performans sonunda mutlu ayrılmalarıdır. Eğer beni dinlemeye gelmiş müzik severlere güzel saatler geçirtebilmişsem kendimi başarılı sayarım. Ayrıca caz müziği özgürlüklere çok açık bir tarz. Bir şarkıyı her seferinde bir önceki seferden farklı icra ediyorsunuz. Sahnedeyken de çalıştığımız müzisyenlerle uyum sağlayıp birlikte yepyeni birşeyler ortaya çıkarmak da işin en keyifli tarafı bence.

İpek Alkan: Caz müziğinin tanıtımı ve pazarlamasını sence Türkiye’de kimler yapıyor?

İpek Dinç Yüce: Türkiye’de caz müziğinin en önemli tanıtımı ve pazarlaması, başta bu müziği icra eden müzisyenlerle birlikte Zuhal Focan, Sevin Okyay, Tunçel Gülsoy gibi bu işi gerçekten çok seven ve bu işe gönül vermiş insanlar tarafından yapılıyor. Caz sevenler bu noktada http://www.cazkolik.net adresine bir göz atsınlar derim. Ancak büyük bazı markalar ve isimler de yine caz müziğine besledikleri sevgi ile senelerdir hem sponsorluk, hem festival düzenlemeleri hem de tanıtım alanlarında reklam yapıyorlar. (Akbank; Garanti, vs.)

İpek Alkan: Sence caz müziğinde pazarlamadaki var olan eksiklikler neler?

İpek Dinç Yüce: Türkiye’de bence sadece caz müziğinin değil, kültürel anlamda önemi yüksek değerlerin pazarlamasında en büyük eksikliğin televizyonda olduğunu düşünüyorum. İnsanların en çok etkilendikleri ve en çok haşır neşir oldukları mecra olan televizyonda reyting kaygısı yüzünden cazla ilgili yapılan programlar ya kaldırılıyor ya da daha proje aşamasında reddediliyor. Bu durumun, reyting denilen şey olduğu müddetçe değişmesinin de çok mümkün olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca caz müziğinin icra edilebileceği kulüplerin azlığı da tanıtım açısından en büyük eksikliklerden biri.

İpek Alkan: Bu müziğe aşina olmamış kişiler için ilk olarak kimleri dinleyerek başlamalarını tavsiye edersin?

İpek Dinç Yüce: Ben her zaman caz müziğini yeni dinlemeye başlayanlar için bossa-nova tarzının çok uygun olduğunu düşünmüşümdür. Hem dinlemesi daha kolay, hem de latin ezgilerle bize daha yakın bir caz tarzı. Bu sebeple Eliane Elias, Antonio Carlos Jobim, Michael Franks gibi isimler bence dinleyiciler için çok keyifli olacaktır. Chris Botti de cazcılar tarafından eleştirilmesine rağmen trompeti sevdiren önemli bir isim örneğin ve bence kesinlikle dinlenmeli. Daha caz klasikleri ve standartlarla ilgilenenler ise elbette Frank Sinatra, Ella Fitzgerald, Nat King Cole gibi caz müziğinde hoca kabul ettiğimiz isimleri dinleyebilirler.

Bana bir masal anlat baba

Düşünüp duruyorum bazı bazı, bazı projeler tutuyor da bazıları neden tutmuyor. Sonra kendi kendime cevabı buldum. Fakat, cevabı sizlerin de benim gibi bulmasını istiyorum.

Vizyonda onca film var. Hangi filme gideceğinize nasıl karar veriyorsunuz?

Başrol oyuncuları, yönetmeni, yapımcısı? Tüm bunlar ne kadar önemli olsa da, en önemli konu hikayesi! Filme gittikten sonra da o filmi beğenip beğenmediğinize kurgusunun ne kadar iyi olduğuna bağlı olarak karar veriyorsunuz. Burada, markayı başrol oyuncusu, yönetmeni markada çalışanlar ve yapımcısı ajans olarak düşünelim. Hikayesi ise marka olarak projesinde anlattığı hikaye, kurgusunu da kullanıcının anlamlandırmasındaki kolaylık olarak kabul edin. Yani, bir projeyi bu açıdan incelediğimizde mekanikten daha çok arka plandaki hissettirdiği, anlattığının önemini anlayabiliyoruz.

Hikayesiz bir marka, hiçbir şeydir!

Coca-Cola’nın hikayesi “mutluluktur!”
Apple’ın hikayesi “farklılıktır!”

Ünlenen şarkıları düşünelim. Her birisinin şarkı sözlerinin yanında, kime ve ne zaman yazıldığının hikayesi konuşulur durulur. Neden? Dinleyenler, şarkıyı o hikayeyle hayal etmek isterler.

Bu yüzdendir ki hikayesiz olan her iş başarısızlığa mahkumdur. Kurgusuz projeye saygı duyulur ama sevilmez.

Çağımızın pazarlama mucizesi Lady Gaga’nın da “çılgın bir kurgusu” vardır ve bu yüzdendir ki başarıya ulaşmıştır.

Bazen, markalar ve ajansları müşterileriyle irtibata geçerken o kadar çok mekaniğe ve sonuca odaklanır ki, oraya giderkenki yolculuğu unutur. Halbuki, kullanıcı için önemli olan o yolculuktur. Parçası olacağı hikayedir.

Hikayeye odaklanın ey dostlar. Bir hikaye anlatın!

20131212-222917.jpg