Bi’log Arası: Menend Esemenli

Bazı insanlar vardır; size sizden fazla güvenir ve gelişiminiz için büyük destek verir. Bu haftaki konuğumun da benim için böyle bir önemi var. 

Şu anda görev aldığım ADBA A.Ş.’nin Yönetim Kadrosunda bulunan ve benim yöneticim, Menend Esemenli, ricamı kırmayıp, değerli bilgilerini bizlerle paylaştı. Kendisi, çok başarılı bir eğitimin yanı sıra, Stratejik Pazarlama konusundaMenend Esemenli #2 söz sahibi olan bir iş adamı. Emin olun bu söyleşiden, bireysel veya kurumsal gözlerle de okusanız çok faydalanacaksınız.

İyi okumalar!

İpek Alkan: Kendinizi biraz anlatır mısınız?

Menend Esemenli: Bu soruya genelikle kısa bir özgeçmiş şeklinde cevap vermek adettendir. Ben de öyle yapayım. Mühendislik eğitimimi Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünde tamamladım. Eğitimini almış olduğum mesleğimi hiç yapmamış olmama rağmen, ana dalımı çok severek okuduğumu, mühendislik eğitiminin ve de üniversitemin iş hayatıma dair çok önemli etkileri olduğunu söylemeliyim. Akabinde, işletme alanında yüksek lisansımı tamamladım ve kariyerime yurtdışında Avusturya Viyana’da başladım. Yaklaşık 4 sene sonra, Türkiye’ye dönerek ADBA A.Ş.’de görev aldım.

İpek Alkan: Bir İnşaat Mühendisi olarak, Stratejik Pazarlama & Danışmanlık sektörüne geçiş kararınız nasıl oldu?

Menend Esemenli: Kolay oldu. Bu soruya, sektörden bağımsız cevap vermek isterim. Çünkü, iş hayatının bazı temel dinamikleri var. Bu dinamikleri şöyle özetleyebilirim; Tahlil et, Karar ver, Uygula, Ölç, Öğren. Bunları yaparken mühendislik ve işletme eğitimlerinin getirdiği formasyon çok faydalı oluyor! Geriye kalan kısım ise, faaliyet gösterdiğiniz sektör ne ise, ona özel şartları öğrenmek, ve temel formasyonunuzla harmanlamak. Üniversitede eğitimini aldığınız ana daldaki sektörde çalışsanız da, bu öğrenme ve harmanlamayı sürekli yapmanız gerekiyor. Çünkü iş hayatı, karşılaştığınız tabloya göre, akademik teoriyi günlük pratiğe her gün yeniden uygulamanızı gerektiriyor. Tablo her gün değişiyor!

İpek Alkan: Türkiye’de gördüğümüz ve gıpta ettiğimiz birçok fikrin aslında yurtdışından alıntı olduğunu görüyoruz. Sizce Türkiye’den özgün fikrin az çıkmasının sebebi nedir?

Menend Esemenli: Bu şekilde bir düşünce maalesef yaygın bir şekilde var. Fakat, ben buna tam olarak katılmıyorum. Yurtdışına örnek teşkil eden fikirler ve projeler geliştiren çeşitli firmalarımız ve hatta sektörlerimiz var. Ben konuya şöyle bakıyorum; Yeniyi ve özgünü yapmak hiç kimse için kolay değil. Doğal olarak, ortaya çıkan yeni ve özgün örnekler de pek nadir oluyor. Bu da esasında yaratıcılığın sınırlı olmasından kaynaklanmıyor. Yeniyi ve özgünü yapmak, beraberinde risk getirir. Şirketler, özellikle çeşitli risk faktörlerinin arttığı ortamlarda – örneğin genel ekonomik risk, pazar riski, sektörel risk, müşteri riski, vb. – varolan risklere ek olarak, yeni ve özgün işler yapma riskini de almak istemiyorlar. İştahlarını kaybediyorlar. Fakat unutmamak gerekir ki, yeni ve özgün işler, firmaların sürekliliği açısından elzem değerde. Biz müşterilerimize şunu söylüyoruz; “Şirketler, hata yaptıkları için değil, doğru bildiklerini çok uzun süreyle tekrarladıkları için kaybeder”.

İpek Alkan: Yönetim kadrosunda olduğunuz ADBA’da fikir geliştirirken veya çözüm üretirken nelere dikkat ediyorsunuz?

Menend Esemenli: Ben yaptığımız işi ve çalışma şeklimizi “Pazarlama ve Strateji Mühendisliği” olarak tanımlıyorum. Hizmet Screen Shot 2014-10-29 at 3.43.54 PMettiğimiz kurumun ihtiyacı doğrultusunda, doğru stratejik önermeyi ve amaca hizmet edecek fikri bulmaya çalışırız. Bunu yaparken de, önce ihtiyacı ve varolan durumu tahlil eder, üzerinde düşünürüz. Bizi sonuca ulaştıracağına inandığımız stratejik çözümü, alternatifleri ile birlikte geliştirir ve üzerinde yürüyecek olduğumuz fikir için en doğru mekanizmayı belirlemeye çalışırız. Ve sonrasında uygulama gelir. İşin en kritik yanı ise; Uygulama sonrasında çıktıları takip eder ölçümleriz ve projenin ileriki etapları için bir input olarak kullanırız. Sürekli iyileştirmeye gayret ederiz. Tüm çözümler “terzi işi/haute couture” olmak zorunda. İhtiyaca uygun fikri bulup doğru ölçü ve model ile dikmek zorundasınız. Provalar ile de sürekli kontrol edip iyileştirmelisiniz.

Biz ADBA’da hizmet verdiğimiz markalar için, “özel” ve “benzersiz”, fakat bir o kadar da “kolay” ve “uygulanabilir” çözümler geliştirmeye çalışıyoruz.

Yaptığımız her işte, “strateji”, “yaratıcılık” ve “teknoloji” dengelerini iyi kurarak, pazarlama araçlarının doğru harmanını bulmaya özen gösteriyoruz.

İpek Alkan: ADBA, yolculuğuna başladığı 1986 yılında, bir entegre pazarlama iletişim şirketi olarak kurulmuş. Bugüne kadar geçen süre zarfında “danışmanlık” alanını da hizmet portföyüne eklemiş ve büyütmüş. Bunu tetikleyen durum neydi? Sizce sektörde böyle bir ihtiyaç var mıydı?

Menend Esemenli: Evet doğru. ADBA A.Ş., “Dialogue ve Relationship Marketing” alanında hizmet etmek üzere 1986 yılında kurulmuş Türkiye’nin ilk “Entegre Pazarlama ve İletişim” firması. Kuruluşundan itibaren geçen süre zarfında ADBA, Türkiye’deki operasyonlarına ek olarak Avusturya ve Almanya merkez olmak üzere AB ülkelerindeki operasyonları da eklemiş ve de yurtdışına hizmet ihraç eder duruma gelmiş. ADBA, teknolojinin ve iş dünyasının da değişimiyle, “Pazarlama İletişim” hizmetiyle başladığı bu yolculuğa, “Danışmanlık” ve “İnovasyon” bölümlerini de katarak devam ediyor.

Şu anda ADBA, “marketing”, “consulting” ve “innovation” olarak adlandırılan 3 ana hizmet grubu altında çalışan yerli ve yabancı uzman ekibiyle, 30 yıla yakın süredir, ulusal ve uluslararası düzeyde müşteri ihtiyacına uygun stratejiler geliştiriyor ve projeler yönetiyor.

Pazarlama’ya ek olarak, “danışmanlık” ve “inovasyon” iş birimlerini eklememizin nedeni, tamamen müşteri ihtiyaçları ile ilgili. Çünkü, artan rekabet şartları altında, gün geçtikçe müşterilerimiz bizden yalnızca bir pazarlama kampanyası değil, kendilerini başarıya ulaştıracak stratejik çözümler ve bu çözümlerin uygulanışına dair yol haritaları ister hale geldi. Biz de ihtiyacı görüp, buna uygun bir yapılanmaya geçtik.

İpek Alkan: Sizce, firmaların size olan bu talepleri, iş gücündeki yetersizlikten mi yoksa kurumsal eksikliklerden mi kaynaklanıyor?

Menend Esemenli: Bu konuda biraz önce cevapladığım gibi, ADBA’nın iş yapış kültürünün çok etkili olduğunu düşünüyorum. Ayırca, şu faktörlerin de altını çizmek isterim;

  • Müşterimizin işini kendi işimiz gibi sahipleniriz
  • Farklı sektörlere hizmet vermenin getirdiği deneyimimiz ile ekip olarak yetkinliğimizi sürekli güncel kılarız
  • Bu güncel deneyimi çalışmalarımızda kullanır ve müşterimize aktarırız
  • Senin de içerisinde olduğun yetkin ve değerli ekibimiz ile hizmet verdiğimiz kurumlara yalnızca tavsiyede bulunmaz, tavsiye ettiğimiz stratejinin uygulanmasında onlarla ele ele omuz omuza destek çalışırz.

İpek Alkan: Ekonomik ve sosyal olarak zorlu bir dönemden geçiyoruz. Firmalara bu dönemde nasıl adımlar atmalarını tavsiye edersiniz?

Menend Esemenli: Ben bu soruya, kurumsal uzmanlık alanımız olan “strateji” ve “pazarlama” bakış açısından cevap vereyim.

Eskiden şirketler büyüklükleri hakkında bilgi verirken; üretim alanı, çalışan sayısı gibi rakamlardan bahsederlerdi. Artık günümüzde, şirketler güçlerini ifade etmek için müşteri sayılarını söyler hale geldi!

Gün geçtikçe rekabetin arttığını ve birim müşteri değerinin ne kadar önemli olduğunu söylemeye gerek yok.

Okumuş olduğumuz pazarlama kitaplarında bizlere “müşteriyi seçme teknikleri” öğretilirdi. Şimdi, siz müşteriyi değil, müşteri sizi seçiyor!

Sahibi olduğunuzu düşündüğünüz markanın sahibi ise aslında siz değilsiniz. Markanızın gerçek sahibi müşterileriniz!

Yapabilecekleriniz belli; doğru ürün, doğru hizmet, doğru pazarlama ve doğru iletişim.

Markanız için geliştireceğiniz ve de müşterilerinizin bir parçası olacağı hikayeniz olmalı. Sıkça kullanılan bir deyiş var: “A Great Brand is a Great Story!”

Teşekkür ederim.

Bi’log Arası: Mehtap Gülaçtı

Bi’log Arası’nın bugünki konuğu, eğitim duayeni, başarılı işkadını ve benim çok yakın dostum Sevgili Mehtap Gülaçtı.

Keyifli sohbetimizi sizlerle paylaşmadan önce, kendisi hakkında biraz bilgi vermek istiyorum.

İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Mühendisliği mezunu olan Gülaçtı, aynı üniversitede yüksek lisansı da bitirdi. Mehtap GülaçtıAile işletmeleri alanında doktora çalışması da devam ediyor. Altı yıl eğitim ve danışmanlık sektöründe çeşitli pozisyonlarda çalıştıktan, eğitimcilik ve yöneticilik yaptıktan sonra 1999 yılında İstanbul Kültür Üniversitesi’nde Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdür Yardımcısı olarak çalışmaya başladı. Üniversitenin ikinci yılıydı. Birçok proje ve geliştirme çalışmasında rol aldı. Sonrasında üniversitenin Tanıtım Birimini kurdu ve dört yıl boyunca yönetti. Şu anda da İşletme Bölümünde öğretim elemanı olmanın yanında Aile İşletmeleri ve Girişimcilik Merkezi Müdür Yardımcısı ve yeni kurulan Kariyer ve İş Dünyası İlişkileri Birimi Başkanı. Kısacası, Eğitim, Aile İşletmeleri ve Kariyer deyince, Mehtap Gülaçtı’nın eline pek çoğumuz su dökemez. Şimdi biraz da kendisini dinleyelim.

İpek Alkan: Çok başarılı bir serüveniniz var. Eğitim sektörüne geçmenizin sebebi neydi?

Mehtap Gülaçtı: Mezun olduktan sonra yönetim danışmanlığı sektöründe çalışmaya başladım. Organizasyon geliştirme, danışmanlık ve eğitim alanları içerikleri itibariyle hep iç içeler. Kısa süre sonra eğitim alanına yöneldim ve orada kaldım. Sanırım eğitim, kişisel becerilerimi daha rahat kullanabileceğim bir alandı.

İpek Alkan: Eğitim sektöründe son zamanlarda en çok dikkatimi çeken konu, özellikle eğitim kurumlarının birçok alanda öğrencileriyle iletişim kurmak için yatırım yapmaya başlamaları. Örneğin; billboardlar, sosyal medya aktiviteleri, festivaller bunlardan birkaçı. Sizce, bu değişim nasıl tetiklendi? İhtiyaç var mıydı?

Mehtap Gülaçtı: Eğitim kurumlarının özellikle üniversiteler düzeyinde kendilerini ifade etmeleri ile ilgili ihtiyaçları daha çok vakıf üniversiteleri kurulduktan sonra ortaya çıkmaya başladı. Vakıf üniversitelerinin kendilerini anlatmak ve öğrenci çekmek için verdikleri çaba, kısa sürede tüm sektöre yayıldı. İlk yıllarda yapılan tanıtımlarda sadece vakıf üniversitelerini görürken bugün birçok devlet üniversitesinin de kendini ifade etmek ve öğrencilere ulaşmak için bu yola girdiğini görüyoruz. Günümüzde iletişimin gücü tartışılmaz. Hepimiz kendimizi doğru anlatma ihtiyacı içerisindeyiz. Hangi alanda olursanız olun, iletişim kurmayanın, kendini doğru anlatmayanın, hedef kitlesini doğru anlamayanın hayatta kalma şansı yok. Aslında bu sadece kurumlar için değil hepimiz için öyle.

IMG_3380

İpek Alkan: Kültür Üniversitesi olarak siz neler yapıyorsunuz? Hedeflerinizde neler var?

Mehtap Gülaçtı: Kültür Üniversitesi Türkiye’nin en eski Vakıf Üniversitelerinden biri. Geçmişinde Kültür Koleji ailesi olduğu için de en çok tanınanlarından biri. Biz de üniversite olarak iletişimin gücüne çok inanıyoruz. Üniversitemiz kendini birçok alanda ifade etmeye çalışıyor. Sürekli gelişiyoruz. Örneğin bu yıl öğrencimizi hem içeride hem de mezun olduktan sonra memnun etmeyi hedefleyen iki yeni birim kurduk; biri Öğrencilik Yaşamı bir diğeri de Kariyer ve İş Dünyası İlişkileri Birimi. Kültür Üniversitesi olarak öğrencilerimizi çok yönlü geliştirmeyi, dünya vatandaşı olarak yetiştirmeyi hedefliyoruz. Çok yönlü gelişim o kadar önemli ki, 23 bölümümüzün arzu eden her öğrencisi diğer 22 bölümle çift anadal yapma (çift lisans programı tamamlama) şansına sahip.

İpek Alkan: Üniversite sınavlarına hazırlanan öğrenciler okullarını seçerken nelere dikkat etmelerini tavsiye edersiniz?

Mehtap Gülaçtı: Kariyer yolunu doğru çizebilmek için en önemli olan “kendinden yola çıkmak”tır. Kendini tanımak, güçlü ve zayıf yönlerini öğrenmek, ilgi alanlarını doğru tespit edebilmek çok önemli… Ne yazık ki kişilik gelişiminin de en zor günleri olan ilk gençlik ve ergenlik döneminde aile, arkadaşlar, popüler trendler, moda ve ünlüler de gençlerin tercihleri üzerinde etkili oluyor. Bu da bazen yanlış yönelimlere yol açabiliyor. Doğru olan gidiş yolu; bireyin kendini tanıması, hedeflerini belirlemesi, mesleki alan seçmesi, hedeflerini nasıl gerçekleştirebileceğini araştırması ve yolunu çizmesi. Üniversite seçimi ancak son adımda devreye girmeli. Üniversiteleri sadece isimleri ve popülerlik düzeyleri ile değil, sunduğu imkânlarla da değerlendirebilmek lazım.

İpek Alkan: Sektörün gelişmesi gereken alanlar olarak nereleri görüyorsunuz?

Mehtap Gülaçtı: Hizmet sektörünün diğer alanlarının iş yapma teknolojilerini eğitim sektörüne göre daha hızlı güncellediklerini düşünüyorum. Biz eğitim alanında biraz daha devlet üniversitelerinin süregetirdiği alışkanlıkları takip etme eğilimindeyiz. Üst yönetimdeki kadroların önemli ölçüde devlet üniversitelerinden gelmesi devletin bürokratik iş yapma yöntemlerini de ne yazık ki beraberinde getirebiliyor. Üniversiteler sadece eğitim veren değil aynı zamanda bilim üreten ve toplumun gelişimine çok yönlü olarak destek veren (vermesi gereken) kurumlar. Ancak hem devletin bilim ve eğitim alanındaki üst politikaları hem de kurumların devlet – özel sektör çıkar farklılıklarından oluşan çatışmaları bu hedeflere ulaşmayı zorlaştırıyor.

İpek Alkan: Takip ettiğiniz gibi, tüm dünyada büyük değişime giren sektörler arasında eğitim de var. Mobilleşen bir dünyadan bahsediyoruz. Sizce gelecekte binaların içerisinde eğitim kalacak mı? Yoksa değişen dünya ile beraber herşey uzaktan eğitime mi kayacak?

Mehtap Gülaçtı: Uzaktan eğitim temel hizmet alanlarımızdan biri haline geldi. Sadece bu alanda uzmanlaşan kurumlar var. Twitter üzerinden sertifika programı düzenleyen üniversiteler bile var. Arzı şekillendiren en önemli unsur elbette ki talep. Modern insanın yaşam tarzı ihtiyaçlarını ekran üzerinden karşılamaya dönük olarak şekillendi. Alış verişten, yeme içmeye, eğlenceden sosyalleşmeye tüm yaşam alanlarının sanallaştığı dünyada bu trendin dışında kalmak elbette düşünülemez. Ben de bu alandaki en muhafazakar kurumların bile binalardan çıkarak sanal sınıflara doğru yöneleceğine inanıyorum.

İpek Alkan: Eğitim denince tabir-i caizse hep öğrenciye yüklenilir, fakat eğitimciler ve kurumlar çok da eleştirilmez. Halbuki sektörü doğru şekilde yönlendirme gücüne sahip olan tarafların kendileri olduğunu düşünüyorum. Siz ne dersiniz?

Mehtap Gülaçtı: Pek çok alanda olduğu gibi eğitimde de ne yazık ki terzi söküğünü dikemiyor. Vizyon eksikliği, kaynak yetersizliği, alandaki oyuncuların beceri eksiklikleri ne yazık ki sürekli gelişim hedefini engelliyor. Sektörel standartların oluşmaması ve performans kriterlerinin sadece akademik yükselme odaklı olması büyük bir sıkıntı. Ne yazık ki bazı eğitimciler iyi bir eğitimci olmak için gerekli adanmışlıktan yoksun. Elbette kurumların altyapı ve sistem olarak da eksikliklerini de görmek gerek. Ancak çok kara bir tablo çizmek ve tüm yükü üniversitelere yüklemek de çok doğru değil. Ne yazık ki öğrencilerimiz de çeşitli kişisel ve çevresel nedenlerle öğrencilik statüsünde başarılı bir rol sergilemiyorlar.

İpek Alkan: Eğitim sektörüne girmeyi düşünen yeni mezunlara ne önerirsiniz?

Mehtap Gülaçtı: Hangi alandan mezun olursanız olun sahip olduğunuz mesleki alan bilgisini eğitim sektörüne taşıyabilir, eğitimci olabilirsiniz. Ancak hizmet sektörünün tamamı gibi eğitimci olmak için de insan ilişkileri, iletişim becerisi, özellikle konuşma ve dinleme, dışa dönüklük, çok yönlü olmak ve içsel motivasyon önemli. İş becerileri olarak baktığımızda eğitimcilerde sunum teknikleri, sınıf yönetimi, zaman yönetimi, hızlı karar alabilme, zor durumlarla başa çıkabilme, stres hatta bazen öfke yönetimi ve inisiyatif kullanabilmek gerekli. Eğitim, çok yönlü sürekli gelişimin zorunlu olduğu bir alan. Bu alandaki herkesin gündemi takip etmesi, bilgilerini ve becerilerini güncellemesi şart. Eğitim alanında yönetici pozisyonlara gelebilmek ise eğitimci becerileri dışında yöneticilik bilgi ve becerisi de gerektiriyor.

Bi’log arası: İpek Dinç

Birçok söyleşi okuyoruz. Amma velakin sektörlerinde başarılı olan liderlerin birçoğu aynılaşmaya başladı. Hep aynı firmaların ezberlenmiş mesajlarını dinliyor duruyoruz. Buna bir dur demek gerek!
Artık Mitokondrim’de yaptığı işte başarılı olan gizli kahramanları zaman zaman konuk ediyor olacağım.

İlk konuğum, 20 seneyi aşkın süredir dostum olan ve Caz Müziğinde başarılarla dolu bir kariyeri olan İpek Dinç Yüce. Kendisine nacizane birkaç soru sordum. İyi okumalar!

IMG_0340.PNG

İpek Alkan: Kendini biraz okuyucularıma tanıtır mısın?

İpek Dinç Yüce: Ben İpek Dinç Yüce. İstanbul doğumluyum. İstanbul Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü mezunuyum. Ancak 9 senedir profesyonel olarak caz vokalistliği yapıyorum. 2006 senesinde katıldığım İstanbul Caz Festivali – Genç Caz yarışmasını kazanarak grubumla caz festivali kapsamında konser verdim. 2009 senesinde Nardis Jazz Club – Genç Caz Vokal yarışmasını kazanarak Estonya’nın Tallinn şehrinde düzenlenen Nomme Caz Festivali yarışmasına katılma hakkı kazandım. Orada Türkiye’yi temsilen 3. seçildim ve pek çok festivalden davet aldım. Bunu takiben yine 2009 senesinde Pori Caz Festivali, Oslo Caz Festivali ve Riga Caz Festivalleri’nde konserler verdim, Litvanya’nın Klaipeda şehrinde düzenlenen Jazz Voices yarışmasına katılma hakkı kazandım. Yine 2009 senesinde başlamak üzere 3 sene boyunca The Marmara Otel’de Şevket Uğurluer ile çalışma fırsatı yakaladım. Günümüze dek Önder Focan, Selçuk Sun, Şenova Ülker, Yahya Dai, Neşet Ruacan gibi değerli müzisyenlerle çalıştım, çalışmaya devam ediyorum. 2005 senesinden beri çeşitli mekanlarda düzenli olarak konserlerim ve programlarım devam etmekte.

İpek Alkan: Kariyerinde dönüm noktası olarak gördüğün anı anlatır mısın?

İpek Dinç Yüce: Sanırım benim için iki dönüm noktası var ve ikisi de Türkiye’nin en önemli müzisyenlerinden ikisi ile alakalı. Birincisi 2005 senesinde İlham Gencer ile tanışmam. Müzik hayatına adım atmama ve bu küçük camiada tanıdığım herkesle tanışmama vesile olan isimdir İlham Bey. Onun sayesinde yukarıda bahsettiğim yarışmalara katıldım ve şu an bulunduğum yerdeyim. İkincisi ise, 2009 senesinde Şevket Uğurluer’den gelen bir teklif üzerine kendisi ve grubuyla The Marmara Otel’de müzik yapmaya başlamamdır. Bu noktaya dek müziğin benim için bir hobi olduğunu ve meslek olarak yapmayacağımı söylemiştim hep, fakat bu iş hayatımı değiştirdi diyebilirim ve tam zamanlı bir müzisyen olarak çalışmaya başladım.

İpek Alkan: Sence, Türkiye’de caz müziğinin dinleyici hedef kitlesi kimler?

İpek Dinç Yüce: Caz müziği, aslında kökeninin olduğu Amerika başta olmak üzere icra edildiği pek çok ülkede her kesime, özellikle de öğrenci ve genç kesime hitap ediyor. Türkiye’de ise son zamanlara kadar daha çok belli bir yaşın üzerindeki elit kesime hitap ediyordu. Ancak artan caz festivalleri ve caz müziğinin dünyadaki popülerliğinin de artmasıyla birlikte biz de ülkemizde caz müziğine ilginin arttığını görüyoruz ve bence bu çok mutluluk verici bir gelişme.

İpek Alkan: Hedef kitlesinin kısıtlı kaldığını düşünüyor musun? Neden?

İpek Dinç Yüce: Yaşadığımız ülke itibariyle ister istemez caz müziği Türkiye’de kısıtlı kalıyor bence çünkü hala “caz” dendiğinde “O dediğiniz nasıl bir şey” diye soran, konuyla ilgili hiçbir fikri olmayan veya “Caz beni uyutuyor” şeklinde önyargılara sahip çok insan olduğunu görüyoruz. Halbuki cazın çok değişik tarzları var ve bazıları inanın uyumanıza asla izin vermez. Ben bunun bizim geleneklerimizle ilgili olduğunu düşünüyorum çünkü caz müziği bizim toprakların müziği değil ve bizim insanımıza uzak. Ama tanıdıkça seven ve içine girince nasıl bir derya olduğunu görüp bırakamayan da çok insan var. Caz müziğinin yukarıda bahsetttiğim sebeplerden dolayı kısıtlı kalması sonucu maalesef Türkiye’de bu tarzı icra edebileceğiniz veya dinleyebileceğiniz çok mekan da yok. Konunun öncülerinden Nardis Jazz Club ile birlikte bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar mekan, bence İstanbul gibi bir metropol için çok az. Umarım ileride bunun da değiştiğini ve hem biz müzisyenlere hem de siz dinleyicilere yeni mekanların kazandırıldığını görürüz.

İpek Alkan: İşinde başarı kriterin nedir?

İpek Dinç Yüce: Benim için en önemli başarı kriteri, dinleyicilerimin performans sonunda mutlu ayrılmalarıdır. Eğer beni dinlemeye gelmiş müzik severlere güzel saatler geçirtebilmişsem kendimi başarılı sayarım. Ayrıca caz müziği özgürlüklere çok açık bir tarz. Bir şarkıyı her seferinde bir önceki seferden farklı icra ediyorsunuz. Sahnedeyken de çalıştığımız müzisyenlerle uyum sağlayıp birlikte yepyeni birşeyler ortaya çıkarmak da işin en keyifli tarafı bence.

İpek Alkan: Caz müziğinin tanıtımı ve pazarlamasını sence Türkiye’de kimler yapıyor?

İpek Dinç Yüce: Türkiye’de caz müziğinin en önemli tanıtımı ve pazarlaması, başta bu müziği icra eden müzisyenlerle birlikte Zuhal Focan, Sevin Okyay, Tunçel Gülsoy gibi bu işi gerçekten çok seven ve bu işe gönül vermiş insanlar tarafından yapılıyor. Caz sevenler bu noktada http://www.cazkolik.net adresine bir göz atsınlar derim. Ancak büyük bazı markalar ve isimler de yine caz müziğine besledikleri sevgi ile senelerdir hem sponsorluk, hem festival düzenlemeleri hem de tanıtım alanlarında reklam yapıyorlar. (Akbank; Garanti, vs.)

İpek Alkan: Sence caz müziğinde pazarlamadaki var olan eksiklikler neler?

İpek Dinç Yüce: Türkiye’de bence sadece caz müziğinin değil, kültürel anlamda önemi yüksek değerlerin pazarlamasında en büyük eksikliğin televizyonda olduğunu düşünüyorum. İnsanların en çok etkilendikleri ve en çok haşır neşir oldukları mecra olan televizyonda reyting kaygısı yüzünden cazla ilgili yapılan programlar ya kaldırılıyor ya da daha proje aşamasında reddediliyor. Bu durumun, reyting denilen şey olduğu müddetçe değişmesinin de çok mümkün olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca caz müziğinin icra edilebileceği kulüplerin azlığı da tanıtım açısından en büyük eksikliklerden biri.

İpek Alkan: Bu müziğe aşina olmamış kişiler için ilk olarak kimleri dinleyerek başlamalarını tavsiye edersin?

İpek Dinç Yüce: Ben her zaman caz müziğini yeni dinlemeye başlayanlar için bossa-nova tarzının çok uygun olduğunu düşünmüşümdür. Hem dinlemesi daha kolay, hem de latin ezgilerle bize daha yakın bir caz tarzı. Bu sebeple Eliane Elias, Antonio Carlos Jobim, Michael Franks gibi isimler bence dinleyiciler için çok keyifli olacaktır. Chris Botti de cazcılar tarafından eleştirilmesine rağmen trompeti sevdiren önemli bir isim örneğin ve bence kesinlikle dinlenmeli. Daha caz klasikleri ve standartlarla ilgilenenler ise elbette Frank Sinatra, Ella Fitzgerald, Nat King Cole gibi caz müziğinde hoca kabul ettiğimiz isimleri dinleyebilirler.