Do SAVE please

Pazarlama öğrenirken ilk öğrendiğimiz kural?

4P kuralı!

Yani? Product (ürün), Place (dağıtım/yer), Price (fiyat) ve Promotion (tutundurma)!

Philip Kotler, pazarlama duayeni, bir markanın pazarlanabilmesinin 4P kuralına bağlı olduğunu söylemiş. Önce tüketicinin ihtiyacını karşılayan bir ürün, o ürünün pazara sunulabilmesi için fiyatlandırma sonra tüketiciye ulaştırılabilmesi için dağıtım ve en sonunda da tüketicinin vazgeçilmezi olması için tutundurmanın olmasından bahsetmiş.

Philip Kotler, 1931 yılında doğmuş ve pazarlama duayeni bir zat. (Evet bilmeyenler için tekrar yazıyorum.) Pazarlamanın mihenk taşı ve hala pazarlama denince akla gelen ilk isim. Fakat 4P kuralından bahsetmesi yıllar öncesine dayanıyor. O zaman ne sosyal medya ne de globalleşen bir dünya varmış.

Pazarlama iki boyutlu kuramlara dayanıyormuş.

Bunu gören yeni nesiller de 4P kuralını çöpe atmadan artık başka kuralların baskın olduğunu söyleyebiliyor.

Bugünki makalemiz de bununla alakalı. HBR’da okuduğum makalenin linkini paylaşıyorum.

Rethinking 4P

Pazarlamacılar düşünmüş ve “ya bu 4P artık işlemiyor! Birşeyler değişti! Tekrar mı bir kafa yorsak?!” Demişler… Ve yepyeni bir kavramla çıkagelmişler -> SAVE!

Product olmuş size Solution,
Place olmuş size Access,
Price olmuş size Value,
Promotion da olmuş size Education. Yani SAVE.

Doğru mu yapmışlar?

Makaleye göre çıkış noktasına bakalım.

Solution mesela; Tüketiciler ürünün ne kadar komplike işleri tamamlayabildiğinden veya ne kadar kaliteli üretildiğinden çok ne kadar “user-friendly” olduğuna bakıyorlar. Bana kalırsa bunun en iyi örneği, Çin’de üretilen ve hepimizin elinde bulunan Apple ürünleri. Çok mu komplike işler bitiriyor bu aletler? Hayır. Hatta Androidli Samsung’lar en az 10 basar. Fakat Apple, kullanıcısına o kadar kolay bir servis sunuyor ki, ne kullanma kılavuzuna bakıyorsunuz ne de aleti kullanırken kafanız karışıyor. Kısacası kullanıcısına hayatını kolaylaştırmak için bir “çözüm” getiriyor! Tek önemli olan da bu!

Access; tüketiciler artık ürünlerin nasıl dağıtımı olduğundan çok ne kadar kolay bir şekilde ulaşabileceklerini önemsiyorlar. Apple ürününe rahatça online bir şekilde oturduğunuz yerden ulaşabiliyor musunuz? Cevap evet. Aplikasyonlarına bir tık ile yükleyebiliyor musunuz? Evet! Çünkü artık tüketici istediği şeyi almak için uğraşmak istemiyor. Bunun diğer bir örneği de hızlı yükselen e-ticaret. Neden tüm markaların online mecralarda satış yapmaya çalıştığını hiç düşünmediniz mi? Bu trendi biz tüketiciler yarattık.

Value; insanlar ne kadar para ödediklerinden çok ürüne sahip olduklarında hayatlarına ek olarak hangi değerin geleceğini hesaplıyorlar. Yapılan bir araştırmaya göre iPhone sahiplerinin büyük bir kısmının borç içinde olduğunu biliyor muydunuz? Metrobüslerde, otobüslerde herkesin elinde iPhone var. Çünkü tüketici hayatına gelen o ek rahatlığı yani değeri ne pahasına olursa olsun istiyor ve alıyor. Fiyat önemsizleşiyor!

Education; tutundurmadan kastımız tüketiciye pazarlamak için kullanabilecek tüm kanallar ve yöntemler. Bir önceki postumda bahsettiğim gibi tüketicinin karnı bu gibi yöntemlere tok. Yeni birşeyler öğrenmek istiyor. Bir ürünü kullanırken veya kullanmaya karar verirken farklı olmak istiyor! Apple dünyaya her gün yeni birşey öğretiyor. En güzel örnek tüm Apple ürünlerinin lansmanını tüm dünyanın heyecanla beklemesi olarak verebiliriz. Ya da sosyal medyadaki tavsiyeleri bir hatırlayın. Stratejiler monolog yaratmaktan çok birşeyler öğretmeye ve muhabbet kurdurmaya yönelik. Yeni konular ve ürünler hakkında bilgi vermeye ve dikkat çekmeye yönelik. Çünkü tüketici yeniye aç ve ilginçlik arıyor.

Uzun lafın kısası, 4P ürünü önemserken, SAVE yeni dünyanın tüketicisine odaklılığı vurguluyor. Ve çok da doğru yapıyor. Benden tam notla geçti! :)

Millennial olmak

Uzun zaman önceydi. Jenerasyonların pazarlamacıların gözünde ayrıldığını ve bununla beraber farklı kampanyalar gerçekleştirildiğini öğrenmiştim. En enteresanı ise şu an tüm pazarlamacıların anlamaya çalıştığı, adına kitaplar yazıldığı bir jenerasyondu.
Benim jenerasyonum: Gen Y; Jenerasyon Y.

Önce kendi jenerasyonumu tanımaya çalıştım:

Aileye inanırlar. Doğru.
Farklı ırk ve aynı cinsiyetlerin birlikte olabileceğine yani özgürlüğe inanır ve savunurlar. Doğru.
Cep telefonunu çok kullanırlar, mobiller. Doğru.
Reklamlara inanmazlar. Doğru.
Sosyal medya bağımlısıdırlar. Doğru!
Kampanyalarda samimiyete inanırlar. Doğru.
Kampanya ve reklamdan çok arkadaşlarının düşünce ve tavsiyelerine uyar ve inanırlar. Doğru.

Tamamiyle bulunduğum jenerasyonun özellikleri.

Bu özelliklere bakılarak tüm pazarlama stratejileri değişti. Reklamlar daha özgün ve daha samimi, televizyon programları daha içten olmaya başladı. Herşeyin bir mobil uygulaması veya hali oluşturuldu. Daha büyük networklere ulaşmaya çalışarak “viral” efektler oluşturulmaya çalışıldı.

Peki neden?

Çünkü Gen Y, bugünün satın alıcısı, tüketicisi ve yarının nesilinin yetiştiricisi. Yani “hedef kitle” markanız ne olursa olsun onlara dokunuyor.

Onları göz ardı etmek ve geçmişten gelen sözde doğru stratejileri devam ettirmek (ağdalı laflar, gerçekdışı dünyalar) markanızın “love factor”ını düşürüyor ve yerlerde süründürüyor.

Bu kadar güçlü bir jenerasyona bir adın yetmeyeceğine karar verildi heralde ki yepyeni bir ad verildi: Millennials!

Bu yeni adla beraber araştırmalar ve gözlemler daha da çoğaldı. Videolar, dokümanlar hazırlandı. Ve aslında sosyal medya olarak gördüğümüz tüm platform onlar için yaratıldı ve geliştiriliyor.

Fakat unutulan birşey var.

Millennials gruplanmayı sevmezler. Her biri kendi içinde bir kişiliği temsil eder. Sadece bir gruba bağlı görmek ve ona göre iletişim kurmayı sağlamayı çalışmak aslında markayı samimiyetten uzaklaştırır. Bir millennial olarak söylemeliyim ki: sosyal medyadaki yoğun kampanyalar, görsel yaklaşımlar ve kullanılan kelimeler artık şaşırtmıyor ve etkilemiyor.

Markaların yapması gereken şey marka olduklarını unutturmak! Sohbet ortamı oluşturmak. İnternet ortamının yarattığı arkadaşsızlığı yok etmek. Gerektiğnde sırdaş olmak, gerektiğinde ise sadece ihtiyaç karşılayan bir dost olmak. Kısacası karşılık bekleyerek kurulan iletişime bir son vermek!

Yine ve gene söylemeliyim ki “aşk” en önemli konu. Duygudan o kadar uzaklaşmış bir jenerasyonuz ki birşeyleri hissetmek ve bağ kurmak o “birşeylere” bağlanmamıza yardımcı oluyor ve her zaman eksikliğini hissetmemizi sağlıyor.

Yapılan tüm kampanya ve stratejilerde gördüğüm o ki, markalar hala millennials’ı anlamış durumda değiller. Gen X’i nasıl tanımladılarsa ve nasıl iletişim kuruyorlardıysa şimdi de aynı şeyi Gen Y’a yapıyorlar. Bu yolla kurulan her iletişim “like”tan ve “follower adedinden” öteye geçemeyecek ve markaların anlık trend olmasından başka şeye yaramayacaktır. Yanlış mı düşünüyorum?

Siz ne kadar millennial olduğunuzu öğrenmek için aşağıdaki teste bir göz atın!:)

http://www.pewresearch.org/quiz/how-millennial-are-you

20130208-004623.jpg