Küçük dünyada büyük balıklar

Bundan birkaç sene öncesini düşündüğümüzde sosyal medya hepimiz için bir hazineydi. Bunun birkaç sebebi vardı:

1- Kendi dünyalarımızdan çıkıp, yazdıklarımızla, çektiklerimizle ünlü olmaya başladık.
2- Dikkat çekmek için çok fazla uğraş vermemize gerek olmadığını fark ettik.
3- Bilgisayarın önünde saatlerce oturmamızın elle tutulur bir sebebi oluşmuştu.
4- Sosyal medyada dikkat çekebilmek çok önemli bir başarıydı. Herkesi hayran bırakabiliyorduk.
5- Ağımızı oturduğumuz yerden genişletebildiğimizi anlamıştık.

Dünya küçülüyordu ve biz küçülen dünyada büyük birer balıktık.

Tüm bunların zevkini aldıkça daha da çok “online” olmaya başladık. Her yere üye olduk. Her platformda var olmak istedik.

Videolar çektik, paylaştık.
Fotoğraflar çektik, arkadaşlarımızı etiketledik. Gerçek dünyadaki aksiyonlarımızı sanal dünyaya taşıma açlığı ile yanıp tutuştuk.
Yazılar yazdık. Hem de en mahremlerini. Tüm dünyayla paylaştık. Statüler, bloglar ….
İçimizdeki asiyi çıkarttık. Hem politik, hem dinen hem de daha birçok konuda yorumlarımızı açık açık yazdık.
Arada kullanıcı adı kullanıyorduk. Fakat artık kullanıcı adlarımızı bile ad-soyadlarımızla değiştirdik.
Bilinmek, duyulmak ve ünlenmek istedik.

Bugün, yukarıda bahsettiklerimin her birini yaparken alınacak karşılıkların farkında değildik. Yıllardan beri, gerçek dünyada ünlü olan kişilerin yakındığı birşeydi bu. Paparaziler.

Paparazzi, İtalyancanın bir lehçesinde rahatsız edici ses çıkartan küçük sinekler olarak adledilir ve 1960’lı yıllarda çekilmiş bir filmdeki fotoğrafçı karakterin soyadında kullanıldıktan sonra günümüzde de kullanılmaya başlanmıştır.

Peki, bizlerin paparazzileri kim?

Bazı soruları cevaplamanızı isterim:

– Sizin hakkınızda daha da fazla bilgi toplamaya çalışan birileri var mı?
– Sizin fotoğraflarınızı, yazılarınızı, ilişkilerinizi halkla daha da çok paylaşan birileri var mı?
– Hayatınızdaki tüm aksiyonları daha da çok paylaşmanız için birileri imkanlar sağlıyor mu?
– İstemediğiniz halde birileri size ulaşıyor mu?
– En önemlisi de verdikleriniz geri dönüşü olmayan dezavantaj ya da avantaj haline geliyor mu?
– Bu paylaşımlardan para kazanan birileri var mı?

Cevap, evet.
Kim sorusuna gelince; soru daha çok hangi platform olmalıydı.
Google, Facebook, Twitter, Instagram, Linkedin vb. vb.

Başta her Disney ünlüsü çocuk gibi verilen imkan ve hediyelerin karşılıksız olduğunu düşünen bizler şu anda bunlardan kaçmak için elimizden geleni yapıyoruz. Üyeliklerimizi kapatıp, bilgilerimizi değiştirip, profil fotoğraflarımızı değiştiriyoruz. Hatta güvenliğiniz sağlanması için yeni uygulamalar geliştiriliyor. Bunlardan birisi de NetVerify.

NetVerify bizi kurtarır mı?

Ben artık kurtarmaya, korumaya çalışan uygulamaların da, bu zaafımızı kullanmaya çalışan başka tür paparaziler olduğuna inanıyorum. Ne de olsa kişisel bilginizi vermeden ne bir platform ne de başka birşey kullanabiliyorsunuz.

Kurtuluşu var mı? Hayır yok.

Geçtiğimiz aylarda, Google, CIA’in Google’dan istediği kişisel raporları adet aralıklarıyla paylaşmıştı. Ünlü olmak daha kolay bulunulmayı da beraberinde getirdiği gibi, kaçışı olmayan bir yola da sokmuş oluyor.

Üzülmeyin, ünlü olmak için çok uğraştınız. Artık zevk almaya bakacaksınız, bakacağız.

20130409-221344.jpg

Yeni Turkcell reklamı- bir operatör markası değil.

Türkiye’de başarılı reklam kampanyaları yapan birkaç marka sayın deseler, muhtemelen söylenecek markaların başında Turkcell gelir. Hem hedef kitlesini iyi tanıması hem de “nereden vuracağını” iyi bilmesi kendisinden söz edilmesine sebep oluyor. Pazarlama stratejisine baktığımda aynı şeyi söyleyemeyeceğim fakat neyse ki bugünki konumuz en son reklamı.

Turkcell’in Yeni Reklamı

İlk olarak izlendiğinde Turkcell’in diğer reklamlarını düşündüğünüzde çok basit ve sıradan bir reklam gibi duruyor. Fakat bu reklam Turkcell’in pazara bakışını ve nasıl yönlendirmek istediğini açıkça gösteriyor ve bu sebeple önem arz ediyor.

1- Güncellik Turkcell, bulunduğu pazar nedeniyle, her zaman güncel olması gerektiğinin farkında. Ve tüketicinin hayatında hep güncel olan birşey var ise o da sosyal medya. Evet, diğer tüm operatörlerin de bu konuya eğildiğini söyleyebiliriz fakat Turkcell sosyal medyadaki dinamikleri kullanarak iletişim kurmayı tercih ediyor: takipçiler & arkadaşlar.

2- Kullanıcıyı (müşterisini) yüceltme Reklamdaki karakterin bir ev dolusu networkü olduğunu görüyoruz. Kısacası popüler bir sosyal medya kullanıcısını görüyoruz; bunun diğer adı platformlardaki “opinion leader”. Turkcell’in buradaki alt mesajını “servisimi platformdaki en güçlüler kullanıyor, ben hep en iyilerin tercihiyim” mesajı olarak da alabiliriz. Böylelikle de en güçlü kullanıcılara uygun en iyi hizmeti verdiğinin de altını çizmeyi hedefliyor.

3- Duygusal bağ Kullanıcılar için en önemli unsur arkadaşlarının ve takipçilerinin adedi ve onlarla olan iletişimi. Reklamdaki karakterin hüzünlü bir şekilde networkü ile vedalaşmasına marka olarak empati gösteriyor ve bu iletişimin önemli olduğunu onaylıyor. Yani bu iletişime hayati önemli damgasını koyuyor.

4- Viral imkanı Reklamda iki tane hashtag kullanılıyor. Turkcell reklamı izleyen sosyal medya kullanıcılarının bu hashtagleri kullanarak reklam ve dolayısıyla kampanya hakkında konuşmaya teşvik ediyor. Reklamda hiç bir şekilde bu tarz bir teşvik olmamasına rağmen kullanıcılarla aynı dili konuşarak ve malzeme yaratarak izlenilenin kampanya reklamı olduğunu unutturuyor. Kim bilir belki bu hashtaglerle bir kampanya yapmak da planları arasındadır.

5- Kanal erişimi Reklamda hem laptop hem de mobil cihaz göstererek kullanıcının her yerde Turkcell’e ulaşabileceğinin mesajı veriliyor.

Sonuç olarak, Turkcell bu reklamla birçok mesajı eğlenceli bir dille tüketiciye fark ettirmeden veriyor. Gerçekten bu hesaplarla mı yapıldı bilemem ama fikri tebrik ediyorum.

20130303-231058.jpg

Sosyal muhabbet

Pazarlama bütçelerine yepyeni bir kalem son birkaç yıl önce eklendi. Herkes acaba gerçekten de gerekli mi diye düşünürken bütçedeki payı ve önemi giderek artmaya devam etti. Hatta onsuz ne bir pazarlama planı/bütçesi kabul edilir oldu ne de onsuz bir dünya.

Doğru stratejilerle satışın tavan yaptığı, hedef kitleniz arasında “love factor” yarattığı ve hatta biraz daha diş sıkılırsa şirinlerin bile görülebileceği bir kalem haline geldi.

Bu sihirli kalem:Sosyal medya idi.

Peki hala, B2B ve B2C alanında nasıl kullanılacağı anlaşıldı mı?

Öncelikle yakın zamanda izlediğim bir videodan alıntı yapmak istiyorum.

“Konu B2B ya da B2C yaklaşımı değil. Sosyal medya = P2P yani People to People”

Kısacası bir marka ya da kendi çevresini oluşturmaya çalışan bir blogger olabilirsiniz. Ama bulunduğunuz ortamın sizi “kişileştirdiğini” ve insan doğasında olduğunu unutmamalısınız. Dürüstlük, samimiyet ve içtenlik sosyal medyada fark edilir ve takip edilir olmanızı sağlayacaktır.

Bu arada takip edilmek deyince akla hemen Twitter’ın geldiğinin farkındayım. Ama son araştırmalar artık ne kadar kişi tarafında takip edildiğinizden çok ne kadar doğru ve değerli bilgi verdiğinizin önemli olduğunu vurguluyor.

Peki sosyal medyada nelere dikkat etmeli? Bugünki makalemiz bununla alakalı.

Forbes düşünmüş taşınmış ve yapılmaması gereken 9 maddede karar kılmış.

http://www.forbes.com/sites/capitalonespark/2012/12/20/9-things-businesses-shouldnt-do-on-social-media/

Maddeler arasında en çok düşündüren kişilerin timeline’larına post edilmemesi oldu. Şu ana kadar hem Facebook’un verdiği izin seçenekleriyle hem de viral etki diye beynimizi kemirmesiyle en büyük silahımız buydu. Bunu yapamayacaksak bizi takip ve like edenlerin network’üne nasıl ulaşacağız?

Düşünmek için yepyeni bir soru!