İşte sende eksik olan şey!

“Benim ondan neyim eksik?!” diye hayıflandığınız zamanları bir düşünün. Sen, ondan daha çok çalışıyorsun, daha çok fedakarlık yapıyorsun ve hatta daha azla yetiniyorsun fakat onun gibi olamıyorsun, onun rahatlığına erişemiyorsun. Neden?

Ben sizin dostunuz olsaydım, “şans” derdim. Ama değilim. Gerçekleri söylemeliyim.

Sizde ve daha nicelerinde eksik olan şey: dikkat! Tek kelime. Dikkat.

Herşeyin bilgisayarlarla çözülebildiği ve kontrolünün sağlanabildiği bir dünyada işini iyi yapabilmek çok da önemli bir konu değil. Zira, işinizi kuralına uygun bir şekilde sabahlara kadar yapıyorsanız, şirketinizin aklına bu görevi nasıl otomatize edeceğinin düşünceleri gelir. İnsan gücünün gitgide azaltılmaya başladığı bir ortamdayız vesselam. Fakat, dikkat gerektiren işler hiçbir zaman otomatize edilemez. O noktada iki göze, iki kulağa, bir buruna ve bir beyne ihtiyaç duyulur. Bu da ne yazık ki şu anda sadece insanlarda var.

“İşimi hatasız ve doğru yapıyorum ben zaten çok dikkatli yapıyorum” diyen ey okuyucum. Şu anda dikkat kelimesini ne kadar hafife aldığın gerçeğiyle karşılaşmak üzeresin. Dikkat, bir işi doğru ve hatasız bir şekilde bitirmeye yardımcı olur, doğru. Ancak, dikkatin daha büyük bir özelliği, ilgili işin üstündeyken bir sonraki adımı düşünerek adımları gözden geçirebilmektir. Aynı, bir kod yazılırken küçük bir değişikliğin etki alanını hesaplayabilmek gibi veya gelen bir epostada kullanılan bir kelimenin 2-3 gün sonra başına iş açıp açmayacağını öngörebilmek gibi. Veya bir toplantıda rakibinin seçtiği cümlelerin bütçene olacak etkisini tahmin edebilmek gibi. Kısacası “ot” olma diyorum sana sevgili okuyucu. Sokakta yürürken çukura düşmemek, vücudunu yara bere içinde bırakmamak için dikkat kesildiğin o anları düşün ve aynısını iş hayatına taşı!

Bırak, insanlar sendekinin de şans olduğuna inansınlar. Öyle olmadığını bir sen bir ben bilelim. Yolda yürürken insanları izle, hareketlerine odaklan, neyi işine uyarlayabilirsin bunu düşün. Dikkat et işte! Kullanıcı, müşteri hareketlerini hem verilerden hem de otobüslerden analiz et. Eksiği ya da fazlayı bul, çözüm getir. Çünkü ancak sen farklıyı gördüğün sürece doğruyu bulabilirsin. Yapman gerekem işle yetinme, diğer insanların hayatını kolaylaştır. Çünkü sen ancak başkalarının hayatını kolaylaştırdığın kadar onların vazgeçilmezisin.

“Bundan sonra daha dikkatli olacağım” deme. Daha’sı yok çünkü. Yolunda gitmeyen konular varsa dikkatsizsin.

Kolay da sanma aslında. Bir gün içerisinde, bilgisayardan, cep telefonundan, televizyondan, telefondan, billboard’dan, arabandan yüzlerce mesaj alıyorsun. Bu mesajların arasından kafanı çıkart ve dikkatli ol diyorum. Dene en azından.

Bugün dikkatle ne yaptın, ne düşündün?

Bahsettiğim dikkatle alakasız ama gözlerini test etmen için faydalı: Burdon Dikkat Testi

20130827-215638.jpg

Perakende satış hacmi, sesimi duyuyor musun?

Perakende satış hacminin ne olduğunu bilmeyenler için Cihan Haber Ajansı’ndan kısa bir alıntıyla başlamak isterim; Perakende Satış Hacim Endeksi, Perakende Ticaret sektöründe farklı tür ve büyüklükteki girişimlerin satışlarını aylık olarak ölçen, fiyat değişimlerinden arındırılmış bir hacim endeksi olarak tarif ediliyor. Tüketici güveninin ve hanehalkı talebinin kısa dönemli göstergesi olarak kabul ediliyor. Sonuç itibariyle, otomotiv yakıtından, gıdaya kadar tüketicinin satın alma davranışını, yani bir nevi arz-talebin sonucunu gösteren bir endeksten bahsediyoruz.

TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) her ay, bu endeksin son durumunu ve bir önceki ay/çeyrek ile karşılaştırmasını yayınlıyor. Haziran ayı verilerine göre, satış hacmi Mayıs 2013’e göre %4,2 ve Mayıs 2012’ye göre %5,4 azalmış.

2013 Mayıs’a göre olan karşılaştırmada daha da detaya girecek olursak, gıda, içecek ve tütün satışlarında %3,1, otomotiv yakıtı hariç gıda dışı satışlarnda %4,6 ve otomotiv yakıtı satışlarında ise %4,3 azalma görülmüş.

Mayıs ayında çıkan Gezi olaylarını düşünerek bu rakamlara göz attığımızda, direnişin tüketicinin üzerindeki etkisini görebiliyoruz. Yukarıdaki alıntıyı da aklımızda tutarak, tüketicinin daha güvensiz ve talebinin daha minimum bir dönemde olduğu aşikar. Bu çok şaşılacak bir konu değil. Enteresan olan değerler, TÜİK’in açıkladığı başka bir endeks rakamları; Perakende Ciro Hacmi. Ciro endeksi, Mayıs 2013’e göre %2,8 azalma yaşamışken, geçtiğimiz seneye göre %1,2 artış göstermiş. Güveni dramatik bir şekilde azalmış tüketici nasıl oluyor da böyle bir ciro artışına sebep olabiliyor? Yapılan zamlar ve ek vergilendirmeler, kişi başına alım gücünü azaltırken, yaratılan cirolar herşeyin yolunda olduğu imajını veriyor. Fakat değil. Sonuçta, bundan sonraki aylarda yaşanacak artış da zamların bir başarısı olacak.

Peki, bu bize neyi gösteriyor? “Tüm bütçelerimi tutturdum, cirom çok iyi.” diyen finans, pazarlama müdürlerine dış etkenlerin yarattığı artışları çıkartarak bütçelerine bir göz atmalarını isteyebiliriz. Zira, bunlar kendilerinin başarısı değil. Sonra pazarlama ekiplerine şunları hatırlatmalıyız; “tüketicinin piyasaya olan güveni satın almadaki en büyük etken. güveni sağlamlaştırmak için ne yapmalıyız? ne zaman yapmalıyız? nasıl yapmalıyız?” Kazanç sağlamak tek başımıza oluşturulabilecek bir olgu değil. Tüm markalar güven kurma konusunda piyasanın lehine planlamalar ve yatırım yapmalı.

20130819-232229.jpg

Bunları okulda öğrenemezsiniz!

Eğitim hayatımızın ilk anlarından beri annemiz, babamız, öğretmenlerimiz bize neyin doğru veya yanlış olduğunu söylüyor ve buna göre yönlendiriyordu. Çoğumuz bu tavsiyelere uygun olarak eğitim hayatımızı tamamladık. Ve kariyer hayatımıza başladık.

Eğer ailelerimizin şirketlerinde çalışmaya başlamadıysak, kariyer hayatına başladığımız andan itibaren tamamen tek başımıza kaldık. Seneler boyu akıl veren bu insanların yerine patronlar, müdürler ve iş arkadaşlarımız geçti. Bazı global kurumsal şirketlerde ise “yalnız kaldığımızı unutturmak için” mentorlarımız oldu. Ama en son kararı hep biz almaya başladık. Peki, bunun farkında mıyız? Yoksa senelerin verdiği alışkanlıkla hala birilerinin bizler için kararlar almasını mı bekliyoruz?

İşte bu noktada, ne üniversitelerde ne de başka eğitim kurumlarında öğretilmeyen bir konuya geliyoruz. Kariyer hayatınız boyunca atılan tüm adımlar yalnızca ve sadece sizi bağlar ve sonucu konusunda kimse size garanti veremez. Üstleriniz veya mentorlarınız tarafından verilen akıllar sizden daha çok, şirketin geleceğini sağlama almak amacıyla söylenen sözlerdir. Eğer ki gitmek istediğiniz hedefi kafanızda belirlemediyseniz, o kurumun amacına göre şekillenirsiniz ve oradan oraya savrulursunuz.

Bu savrulma, ilk başta sizin kendi istediğiniz birşeymiş gibi gelir. Karar verebilmenin o dayanılmaz egoist hissiyle, mutlusunuzdur ve yaşanan sıkıntıların yürüdüğünüz yola yardımcı olduğunu düşünürsünüz. Halbuki, her seçilen hedef sıkıntı yaratmak zorunda değildir ve dayanılmaz sıkıntılar çekiyorsanız, birşeyleri arada bir kazanabilmelisinizdir. Açıkçası şunu benimsemekfe fayda vardır; gideceği yeri bilmeyen bir yelken için rüzgarın hangi yönden estiğinin pek de önemi yoktur.

Rüzgarın yönünün doğru olup olmadığını anlamak için aşağıdakilere dikkat etmeyi unutmayın:

1) 20 sene sonra kendinizi nerede görmek istiyorsunuz? Bunun cevabını verin.
2) Bulunduğunuz nokta sizi o hedefe mi götürüyor yoksa zaman mı kaybettiriyor?
3) Tutkunuz ve inandığınız şey nedir?
4) Herşey para değildir. Ve kendi kariyeriniz için birkaç ay lüks restoranlara gitmezseniz dünyanın sonu gelmeyecektir ama parayı en birinci önceliğe koyarsanız kendinizin değil paranın kölesi olursunuz.
5) Kim olduğunuzdan ödün vermeyin.

Çünkü ancak siz, kendi kurtarıcınız olabilirsiniz. Michael Jackson’ın da dediği gibi All I wanna say is that they don’t really care about us.

20130819-001537.jpg

Mobilitenin nimetleri

20130805-234347.jpg

Yeni dijital dünyanın getirdiklerinden hep olumsuz olarak bahsediyoruz. Peki değişen dünyanın bizler üzerindeki etkisi gerçekten de hep negatif mi?

Geçtiğimiz günlerde iPhone’umu kullanırken birşeyi fark ettim. Dibine kadar sağ elini kullanan birisiyim. Fakat telefonu sol elime aldım ve sol elimle cihazı kullanırken sağ elimle de yemeğimi yiyordum. Sonra etrafıma baktım. Birçok insan aynı şeyi doğal bir şekilde yapıyordu. Bundan 10 sene önce hiç kullanmadığı kadar çok ve rahat bir şekilde sol elini kullanıyordu. Düşündüm. Hayatımızı esir altına alan yeni dünya bazı şeyleri alırken yeni özellikler mi veriyordu?

Tamamiyle sağ elini kullanan birisine rahatça sol elini kullanma yetisini mesela.
Ya da, birisiyle konuşurken bir yandan ekrandan birşeyler okumayı.
Veya, Facebook’tan birşeye bakarken Youtube’a geçip bir video bulup onun linkini kopyalayıp Twitter’a yapıştırmayı.

Dijitalleşen dünya kendisini büyütürken kullanıcılarını da mükemmel kılmaya yönelmiyor muydu ki? Kullanıcıları ne kadar becerikli olursa o da, o denli güçlenmiyor muydu?

Evet.

Üzerimizdeki ruhsal baskı ve etkisi aslında bir yandan da fiziksel kapasitemizi arttırmaya yönelik bir antreman halini aldı. Daha çok şeyi aynı anda yapabilme ve vücudumuzda yeterince kullanmadığımız uzuvlarımızı kullandırtma yetisi.

Sonra gene sorguluyorum acaba yeni neslin hepimizi şaşırtan zekası bizden başlayarak bir evrime geçiş midir?

Bu cevapları sorgulayan başkaları da var mı acaba diye Google’ı araştırdım. Bulamadım. Fakat şu an bile bu yazıyı yazarken sol elimi çok başarılı bir şekilde kullanıyor olmam ve yaşça bizden 2-3 kat büyük insanların hala sağ elleri ve tek parmaklarıyla klavyeyi kullanmaları tezimin doğruluğa yakın olduğuna inandırıyor.

Siz ne dersiniz?

Start-up’lar geleceğimizdir!

20130731-002000.jpg

Geçtiğimiz günlerde bir toplantıdaydım. Yaptıkları işi ve geleceğe bakışlarını anlatan global bir firmanın temsilcisini dinliyorduk. Söylediklerine göre özellikle start-up’lara hizmet verebilmek için bir birim kurmuşlar. Temsilci, “bugünün start-up’ının, 3 sene sonrasının büyük şirketi olacağından” bahsediyordu.

Açıkçası, bu tutum, global Amerikan şirketlerin konuya bakış açısını özetliyordu. Hepimiz bir şekilde bugünün büyüklerine hizmet vererek kazanç sağlamaya çalışırken bir yandan da parlak düşünceli insanlar parlak fikirleriyle tutunmaya çalışıyorlar. Bu yolda onlara destek olabilecek firmalar (destekten kastım maliyetine hizmet vermek) hem onları büyütmeye böylelikle hizmet verilebilecek firmaların adedini arttırmaya ve böylelikle pastayı genişletmeye yardımcı olacaktır.

Önceki yazılarımda, Türkiye’den iyi fikirler çıkamaması ve Amerika’nın hep gelecek vaad eden fikirleri ortaya attığından bahsetmiştim. Şimdi düşünüyorum da bunun bir başka sebebi de biz hizmet verenleriz. Amerika’da çoğu hizmet veren gelecek gördükleri firmalara destek olmaya çalışıp geleceğe yatırım yaparken Türkiye’de bankalardan tutun danışmanlık firmalarına kadar “büyü sonra gel” anlayışı hüküm sürüyor. Yanlış anlaşılma olmasın, bankaların ürün geliştirdiği KOBİ’lerden bahsetmiyorum. Daha da küçüklerinden, emekleyenlerden bahsediyorum.

Unutmamak gerekir ki, şu anda önümüzde hepimizin gördüğü tek bir pasta var. Pastadan pay almaya çalışmak kadar pastayı büyütmek de bizlerin görevi olmalı çünkü pastayı büyütmek demek:

– Daha başarılı bir ekonomi
– İş gücü
– Gelecekte daha karlı kazançlar

demek.

Buradan yola çıkarak, kurumları teşvik etmek adına devletin de birkaç adım atması gerektiğine inanıyorum. Start-up’lara verilen teşvikler yanında, bu tip firmalara destek olan kurumlara da teşviklerin verilmesi ve istisnaların tanınması gerekmektedir. Ülke olarak özellikle ekonomik anlamda çok belirsiz oluşumuzun bize verdiği haklı korkuyu kırabilmemiz ve yaratıcılık anlamında sesimizi duyurabilmemiz ancak el birliğiyle olabilir.