Rakamlarla direniş

Sosyal medyanın gücünü anladığımız ve gerçeği yansıttığını da kabul ettiğimiz bugünlerde, biraz rakamlardan konuşmak istiyorum.

Socialbakers’ın verdiği raporlara göre öncelikle Facebook ve Twitter’daki takipçi adedine göre sıralamalara bakalım.

20130620-220704.jpg

Gördüğünüz üzere, Facebook Politika filtrelemesine baktığımızda, Başbakan açık ara önde.

Gelelim Twitter’a, yine Politika sekmesine bakalım.

20130620-220958.jpg

Burada ilk sırada Cumhurbaşkanı olmasının yanında, sadece Top10’un yarısının AKP milletvekillerinden oluştuğunu görüyoruz.

Bir de son 1 ayda Twitter’da follower adedi artışına hesaplar bazında bakalım.

20130620-221243.jpg

Top5’te 4 AKP, 1 tane de Cumhurbaşkanı görüyoruz.

Bunlar bize ne anlatıyor?

Öncelikle olayların doğuşuna sebep olarak görülen sosyal medyada direnişçilerin çok da güçlü olduğunu söyleyemeyiz. Zira, bu birkaç sebepten kaynaklanıyor olabilir.

1- Direnişçilerin akıllarında bir lider olsa dahi, o lider hayatta olmadığı için “takip etmenin” anlamlı olmadığını düşünebiliriz.
2- Direnişçiler sanılanın aksine bir kişinin görüşünün peşinden gitmektense gerçekten hak arayışı peşinde.
3- Hükümet yanlısı olanlar bir ideoloji yerine bir kişiyi benimsemişler ve onu takip etmek büyük önem arz ediyor. Fikir değil kişi ön planda?
4- Eylemlerle alakalı alınacak aksiyonlarda açıklama yapanlar bu kişiler olduğu için seven de sevmeyen de takip etmeye başlamış olabilir.
5- Direnenler çok farklı görüşlerden geliyor ve tek bir yerde kümelenemiyor.

Ben hepsinden biraz olduğu kanaatindeyim.

Eylemlere destek veren hesaplarda neden artış yok?

İnsan düşünüyor. Tüm haberleşmenin gerçekleştiği sosyal medyada, destekleyen grupların takipleri neden bu kadar önemsizleşmiş? Listelere girememiş?

1- Sanıldığının aksine direnenler adetsel o kadar da fazla değil, galiba.
2- Fişlenme korkusuyla birçok kişi takip etmek istediklerini takip edemediler.

Bu rakamlar önemli mi?

Bence, evet.

Kamuoyu yoklaması yapıldığında küçük bir segmentin sorgulandığı ve buna göre projeksiyon yapıldığını düşündüğümüzde, bu rakamlar hala ve hatta daha da güçlü olarak hükümetin taraftarı olduğunu ortaya koyar. Bazıları diyebilir ki, sosyal medya mıdır kıstas? Evet öyledir. Zira, haberleşme, bilgilendirme hep buradan olmuştur. Buradaki “cephenin de” kazanılabilmesi gerekirdi. (Fişlenme korkusunu dışarıda bırakıyorum.)

Sayıca az olanların sesi de yok mu?

Katiyen, hayır. Tabii ki var. Fakat, şayet siyasi anlamda bir yapılanmaya girilecekse, hem offline hem de online olarak hareket edilmelidir.

Diğer parti üyelerinin artış sağlamaması çok şaşırtıcı değil mi?

Değil. Bu soruyu soranın da iyi niyetli olduğunu düşünmüyorum. Zira bu hareket başka bir siyasi güce destek için değil, sesi duyurmak için yapıldı. Rakamlar da size kanıtı.

Bu rakamlara göre AKP, CHP’nin oylarının yaklaşık olarak 2 katına sahiptir. MHP’yi göremiyoruz bile. Ve yeni gelen takipçi adetlerine bakılırsa aradaki fark hızla büyümektedir.

Aslında sokakta ne oldu?

Türkiye’de yaşananlar birçok konuyu daha iyi anlamamı ve görmemi sağladı.

Bundan önce, hükümetle bazı kesimlerin, çoğunlukla da yeni neslin, uyuşmazlığının belirli ideolojiler sebebiyle olduğunu düşünüyor ve inanıyordum. Evet, ortada bir ideoloji farklılığı var. Fakat bu farklılık mıydı tüm isyana sebep bunun cevabını almış oldum.

İş dünyasında da karşılaştığımız bir durumun aslında daha da universal olduğunu görmek şaşırtıcı ama bir yandan da anlamlı.

Gezi Direnişi’nin bana öğrettiği en büyük konu, yönetenlerin yönettikleri bu teknoloji çağı gençleri ne kadar az, hatta hiç tanımamalarıydı. Gençleri tanımak bir yana dursun, yaşadığımız dünyanın farkında olmadıklarını gördüm. Bu, aynen büyük bir firmanın sosyal medyaya girip, eleştirilerin her birini silmesine veya sanatçıların ekşi sözlükteki yazılara dava açması gibi birşey. Açıkçası, ben devletlerin değişen bu hızlı dünyaya daha hızlı adapte olabileceğini, en azından anlamaya çalıştıklarını düşünmüştüm. Yanılmışım.

Bu olay vasıtasıyla, birkaç şeyi hatırlatmak isterim. Üstüne hem iş hem meclis hem de sizler alınabilirsiniz. Görünen o ki, eksiklikler her tarafta.

– Karşınızda duran gençler sizlerin yeni müşterileriniz. Onları anlamak ve tanımaya çalışmaktan başka bir seçeneğiniz yok. Sizin çözümleriniz onların ihtiyaçlarıyla örtüşmek zorunda. Siz satıcı, onlar ise alıcı.
– Sosyal medya ve internet ile beraber küçülmüş dünyada, söylenen/yazılan cümleler size olduğundan daha büyük, daha kaba ve hatta daha hakaret dolu gelebilir. Fakat aslında eskiden görmediğiniz ve duymadığınız cümleleri görür hale gelmekten başka farklı olan hiçbir şey yok. En azından görebildiğiniz ve öğrenebildiğiniz için mutlu olun ve olumsuz cümlelerden ders çıkartmaya/ düzelmeye çalışın.
– 1970-80 yıllarındaki hedef kitle bitti. Ölmediler ama artık asıl karar vericiler onlar değil. Onlara sunduğunuz çözüm ve öneriler, teknoloji çağındaki insanları tatmin etmez ve susturamaz. Aynı taktikleri uygulamak size hem zaman hem de güven kaybettirir.
– Televizyonlarda, yazılı basında halkla paylaştıklarınıza dikkat edin. Çağ monolog değil, dialog devri. Zira son sözü söyleyen artık siz değilsiniz, müşterileriniz.
– Bilmemek değil öğrenmemek ayıp. Bilmediğiniz bu jenerasyonla iletişim kurun, samimi olun. Öğrenin. Çünkü bu dünya sizin istediğiniz gibi değil, kullanıcılarının istediği ölçüde gelişiyor.
– Yalan söylemeyin. 2 kişinin bildiği sır değildir. Google herşeyi biliyor.

Tüm bunlara ek olarak müşterilerinizin inançlarına veya düşüncelerine bağlılığının çok da yüksek olmadığını unutmayın. Devir unutmaya ve unutturmaya meyilli. Zira, dün Mado’ya küfredenler, bugün oradalar.

20130614-220022.jpg

Türkiye’ye 5 hatırlatma

Yaklaşık 1 haftadır güzel ülkemde devam eden bir direniş söz konusu. Aslında direniş lafını pek sevmem. Zira direnmekten bahsetmek demek, bir şeye inat etmeyi de kapsayabilir. Halbuki olanlar, bence, inattan çok inanmak. #inangezi desek daha doğru olur.

Peki, neye inanıyoruz?

Bazı hakların ihlal edildiğine, insanların rahatça bayraklarını asamadığına, kullanamadığına, Türklükten utandırmaya çalışıldığına ve özgürlüklerin özellikle bir kesimin elinden alındığına.

Şimdi, geçmiş senelerde daha muhafazakar kesim de şunları söylüyordu muhtemelen.

Bazı haklarımız ihlal ediliyor, rahatça başörtümüzü takamıyoruz, Dindarlığımızdan utandırmaya çalışılıyor ve özgürlüklerimiz özellikle elimizden alınıyor.

Bu sebeptendir ki, bunları söyleyen kesim, 50%’yi oluşturarak bu ezilmişlikten kurtulmak ve refaha ermek istedi. Bir yandan haklıydılar da. Hayat onlar için de zor olmuştu. Yine bu sebeptendir ki, bu kesim şimdi ki inancı, “direnişi” anlamak veya anlasalar bile desteklemek istemiyorlar.

Öncelikle şunu söyleyelim, sosyal medya gösteriyor ki %50 artık pek de %50 değil. Oy vermiş olan bir segment (özellikle de gençler) yapılan şiddet ve umarsızlıktan rahatsız olacaklar ki hem sosyal medyada hem de bloglarında bu davadan vazgeçişlerini yazıyorlar.

Ama anlatmak istediğim bu değil. Yetkililere hangi tarihte olduğumuzu hatırlatabilmek için 5 altın kural yazmak isterim. Belki süreci yönetmekte faydam dokunur.

1) Jenerasyon Y’yi tanımadığınız çok belli, zira biz işimiz gereği kendilerini yakınen tanıyoruz. Kendileri, samimiyet arayan, istediğini almaya çalışan, sosyal medya kurdu ve arkadaşlarının tavsiyeleriyle yönlenen insanlar. Bu insanlar şu an tüm Türkiye’de yürüyüşleri başlatanlar. Niye? Çünkü samimiyetler inandırıcı değil demek ki. Açık olun, samimiyetle yaklaşın. Bir genç bile size inanırsa, sokaklar durulur.

2) Medyayı susturmakla, bu şiddeti saklayabileceğinizi düşünmek de nereden çıktı? Sosyal medyanın var olduğu günümüzde, insanların göremeyeceği, duyamayacağı ve haber alamayacağı birşey olduğunu nasıl düşünürsünüz? Medyayı susturmakla, olayı daha da büyüttünüz.

3) Yandaşlarınızı gaza getirerek, hırçın bir jenerasyon Y’yi de uyandırdınız. Yeni doğan vampirler gibi kontrolsüz bir biçimde kan içmeye çalışıyorlar. Bu da görüntünüzü daha da sorunlu hale getirdi.

4) Sosyal medyayı sorun olarak görmeyi nereden çıkardınız? Sosyal medyada eleştirilere yanlış cevap veren her markanın sonunu danışmanlar biliyordur sanırım. Birileri size anlatsın. İnsanları susturamazsınız. Ancak olumlu konuşmalarına teşvik edebilirsiniz.

5) Jenerasyon Y, inançlara çok saygılıdır. Bu sebeptendir ki, fotoğraflarda baş örtülüsüyle mini eteklisini beraber görüyorsunuz. Ve bu sebeptendir ki, inandıklarına bastırmaya çalıştıkça, inançlarını büyütüyorsunuz.

Bence, halkınızı tanımıyor değilsiniz. Sadece yeni dünyayı tanımıyorsunuz. Tanımaya çalışın. Sizden beklenen bu.

20130605-231826.jpg

Markalar için 10 adet sosyal medya kuralı

Birçok marka sosyal medyada var olmaya çalışıyor. Bazısı çok başarılı bazısı ise tamamen rezalet. Peki, başarılı olanların doğru yaptıkları şeyler neler? Doğruları sıralıyoruz!

1) Markanızı ve hedef kitlenizi tanıyın. Offline dünyada kendini tanımayan ve bir dili olmayan bir marka online dünyada da başarılı olamaz. Her ritme dans ediyorsanız, oranız buranız oynuyor demektir. Bu da yavaş yavaş pazardan silineceğiniz anlamına gelir. Oynaklık affedilmez.

2) Sosyal medyada başarılı olan markaların yaptıklarını yapmaya çalışmayın. Bir markanın bir platformda başarılı olmasının onun hedef kitlesi ve ürünüyle alakası vardır. Her markaya her yaklaşım biçimi uymaz. Kendinizi tanıdıktan sonra ne yapacağınıza karar verebilirsiniz.

3) Komik olmaya çalışmayın. Her marka yüzlerimizde tebessüm oluşturmak zorunda değil. İyi birşey yapıyorum sanırken aslında gayet itici olabilirsiniz.

4) Mutlu çalışanlar yaratın. Sizin hakkınızda konuşmayı seven çalışanlarınız olmasına özen gösterin. Ayda şu kadar RT hedefi koymakla veya her FB postu share edilecek mantelitesiyle ancak robotlaşmış bir yapı kurarsınız, bu da konuyu anlamadığınızı gösterir.

5) Samimi olun, samimiymiş gibi değil. Marka olarak inanmadıklarınızı sırf yaranmak için yazmayın ve yapmayın. Sizi tercih edenler zaten düşüncelerinizi kabul eden ve tahmin edenlerdir. Onları hayal kırıklığına uğratmayın.

6) Eleştiriye açık olun. Eleştirilmek değer verildiğinin bir kanıtıdır. İnsanlar sizi eleştiriyorsa markanızı önemsiyor demektir. Bundan mutlu olun ve eleştirileri dikkate alın.

7) Rakiplerinizle diyalogta olun. Rakipleriniz yokmuş gibi davranmayın. Unutmayın ki offline dünyadaki pastayı nasıl beraber oluşturuyorsanız, online pastayı da beraber var ediyorsunuz. Rakiplerinizi tercih edenlerin her zaman sizden haberi vardır ve onları kendinize çekmenin en iyi yolu, diyalogtan geçer.

8) Analizden sonra aksiyon almayı unutmayın. Tüm sosyal medya ajanslarının sizlere gönderdiği o güzel grafikli raporları okuyup sunumlarınıza analizlerinizi eklemek çok güzel ve yoğun bir iş anlıyorum. Fakat gördüklerinize uygun adım atmadığınız sürece çöpten başka birşey değil.

9) Eğitmeyin, destek olun. Ürününüze, konunuza sahip çıkın fakat bunu herkese öğretmek yerine insanların anlaması ve yararlanması için destek olun.

10) Sosyal medyayı sevin. Sadece rakamları arttırmak için uğraştığınız bir mecrada nitelikten yoksun ilerlersiniz. Sosyal medyanın pozitif yanlarına odaklanın. Kişisel olarak kullanın, sevin ve küçümsemeyin.

20130527-230241.jpg

Basit ve karizmatik

Dürüst olalım!

Matrix filmini izlediğimizde hepimizin aklı karışmıştı. Bu gördüklerimiz gerçek olabilir miydi? Acaba bizlere mavi ya da kırmızı hap sorulmuştu da biz mi hatırlamıyorduk? Etrafımızdakilere daha farklı gözlerle bakmaya başlamıştık.

Ben de izlediğimde aynı duygulara sahip oldum ve hala da sahibim. Filmde hiç unutamadığım ve hala zihnime kazınmış bir sahne vardır. Ekibin içindeki köstebek, Agent Smith ile oturmuş leziz bir biftek yiyordu. Bifteği yerken “bu bifteğin olmadığını biliyorum ama beynim onu görüyor ve bu tadı/zevki aldığını sanıyor. Bunun gerçek olmadığını artık bilmek istemiyorum.” Diyordu. Bence filmin en çarpıcı sahnesi oydu. Buradaki kilit kelime algı.

Son 10 sene içerisinde algımızın herşey olduğu daha da belirlendi ve tüm pazarlama aktiviteleri algıyla oynamaya yönelik oldu. Zaten herşeyi fotografik hafızada kilitlenen insan ırkının algısıyla oynamak için de dizaynlarda/görsellerde profesyonelleşmek gerektiği de tüm sektörler tarafından kabul edildi.

Daha iyi reklamlar.
Daha iyi posterler.
Daha iyi moda.
Daha iyi dijital platformlar.

Herşey aşırı profesyonel, aşırı renk uyumlarıyla donatıldı. Amaç herkesin ilgisini çekmek ve algısını şekillendirmek için tasarlandı.

Tüm bu yarışın içerisinde bir marka kazandı ve tüm şekli değiştirdi: Apple.

Apple, “basit” bir tasarımla ve sadece siyah ve beyaz renk seçenekleriyle tasarıma yepyeni bir çizgi getirdi. Böylelikle basitliğin para yaptığının farkına vardık.

Neden işe yaradı? Çünkü insan beyni, milyonlarca seçenek, milyonlarca kombinasyonun arasında boğulmaya başlamıştı ki Apple bir kurtarıcı gibi konuya çözüm getirdi.

Şimdilerde de bu akımın dijital ortamlara da yayıldığını görüyoruz.

Facebook logosunu ve kullandığı ikonları değiştirdi.

Facebookun yeni logosu ve ikonları

Önce facebook yazan logosunu, gölgeli bir f yaptı. Şimdi de gölgeleri de çıkartan Facebook, sadece f’yi bırakıp sadece iki renk kullandığı bir logoya kavuştu. İkonlarını ise yine sadece iki renkle ve tek mesajlı butoncuklara dönüştürdü.

Google da bundan geride kalmadı. Fark ettiniz mi bilmiyorum ama Gmail’in yeni eposta penceresinde artık Adres, Title gibi alanlar silik bir şekilde yazılı duruyor ve yazmaya başladığınızda kayboluyor. Neredeyse karşınıza bomboş bir sayfa çıkartıyor.

Twitter’ın ilk logosu, twitter idi. Şimdi ise Larry Bird ile yoluna devam ediyor. Hatta iki renk ve çerçevesini kullanmıyor.

Nokia, Samsung gibi devler eskiden rengarenk kapaklı telefonlar üretirken şimdi sadece iki renk (siyah ve beyaz) seçeneği veriyorlar.

Tüm bu basitlik olgusunun Apple ile geldiğini söylememin abartı olduğunu düşünebilirsiniz. O halde, Apple öncesi, denenen smart phone cihazlarının neden tutmadığını da bir düşünmenizi rica ediyorum. :)

Algı herşeydir. Artık sex sells yerine simplicity sells demenin vakti gelmiştir.

Benefit – Sex Sells

20130419-232246.jpg