Socialbakers Türkiye’nin yıldızlarını açıkladı!

Socialbakers, Nisan 2013 için Türkiye’nin en başarılı Facebook markalarının listesini açıkladı.

Raporda farklı kategorilere göre sıralamalar var. Linkini aşağıda paylaşıyorum fakat birkaç tane detayı belirtmeden geçemeyeceğim.

Açıkladıkları kategorilerden birisi olan “Yerel takipçi sayılarına” bakıldığında ilk 3’te Turkcell, Avea ve Volkswagen Türkiye’yi görüyoruz.

Açıkçası Turkcell’i birinci marka olarak görmek şaşırtmadı. Hatta bunca para harcamaya, ATL ve BTL olarak, böyle bir adedi yakalayamasalardı yöneticilerinin sokağa çıkmamalarını önerirdim.

Avea’ya ise başta şaşırdım. Ama sonra düşündüm. Avea’nın gençleri hedef alması ve Facebook’un gençlere uygun platform olması ile arkasında TürkTelekom olması gibi konular aklıma geldi, onu da anladım varsayıyorum.

Volkswagen Türkiye ise VW’nin globaldeki atağından yararlandığını ve hatta yeni arabası Beetle ile sempati kazandığını düşünüyorum.

Sonra şöyle Top10’e dikkatlice bakayım dedim.

Turkcell
Avea
Volkswagen TR
Nokia TR
Markafoni
Trendyol
Garanti Bankası
Akbank
Gnctrkcll
Oxxo

Bu listeye baktığımda Turkcell, Avea, Markafoni, Trendyol, Garanti, Akbank ve Gnctrkcll’nin tek bir ortak özelliği olduğunu gördüm. Sosyal medya stratejilerinde çoğu zaman takipçilerine kampanya ve fırsatlardan bahsediyorlar. Yani yoğunluklu olarak takipçileri bir karşılık bekleyerek kendilerini takip ediyor.

Geriye kalan 3 marka ise, Volkswagen, Nokia ve Oxxo’nun, takipçilerin kendi istekleri, merakları ve beğenileriyle takip edilenler olduğu kanaatindeyim. Çünkü marka olarak sadece güzel bir görsel, söz paylaşıyor ve “aşk” yaratmaya çalışıyorlar.

Kısacası, takipçi sayısına göre ilk 3’ü oluşturmasalar da sosyal medyanın asıl amacı olan “sohbet” ve “sempati” ortamı oluşturma konusunda başarılı oldukları görülüyor. Kendilerini ve ajanslarını tebrik ediyorum. :)

Bir diğer ilgi çekici unsur ise, eticarette katlanarak güçlenen Türkiye’nin bunu sosyal medyaya da taşımış olması. Markafoni ve Trendyol, Top10da bulunarak artık Türkiye’de de takip edilen markaların salt online dünyaya ait olabileceğini gösteriyor.

Bu raporda inceledikçe anlatılacak çok şey var! Daha fazla devam etmeden sizi raporla başbaşa bırakıyorum! Yorumlarınızı da bekliyorum. :)

işte size Socialbakers Nisan Raporu!

20130513-235848.jpg

Basit ve karizmatik

Dürüst olalım!

Matrix filmini izlediğimizde hepimizin aklı karışmıştı. Bu gördüklerimiz gerçek olabilir miydi? Acaba bizlere mavi ya da kırmızı hap sorulmuştu da biz mi hatırlamıyorduk? Etrafımızdakilere daha farklı gözlerle bakmaya başlamıştık.

Ben de izlediğimde aynı duygulara sahip oldum ve hala da sahibim. Filmde hiç unutamadığım ve hala zihnime kazınmış bir sahne vardır. Ekibin içindeki köstebek, Agent Smith ile oturmuş leziz bir biftek yiyordu. Bifteği yerken “bu bifteğin olmadığını biliyorum ama beynim onu görüyor ve bu tadı/zevki aldığını sanıyor. Bunun gerçek olmadığını artık bilmek istemiyorum.” Diyordu. Bence filmin en çarpıcı sahnesi oydu. Buradaki kilit kelime algı.

Son 10 sene içerisinde algımızın herşey olduğu daha da belirlendi ve tüm pazarlama aktiviteleri algıyla oynamaya yönelik oldu. Zaten herşeyi fotografik hafızada kilitlenen insan ırkının algısıyla oynamak için de dizaynlarda/görsellerde profesyonelleşmek gerektiği de tüm sektörler tarafından kabul edildi.

Daha iyi reklamlar.
Daha iyi posterler.
Daha iyi moda.
Daha iyi dijital platformlar.

Herşey aşırı profesyonel, aşırı renk uyumlarıyla donatıldı. Amaç herkesin ilgisini çekmek ve algısını şekillendirmek için tasarlandı.

Tüm bu yarışın içerisinde bir marka kazandı ve tüm şekli değiştirdi: Apple.

Apple, “basit” bir tasarımla ve sadece siyah ve beyaz renk seçenekleriyle tasarıma yepyeni bir çizgi getirdi. Böylelikle basitliğin para yaptığının farkına vardık.

Neden işe yaradı? Çünkü insan beyni, milyonlarca seçenek, milyonlarca kombinasyonun arasında boğulmaya başlamıştı ki Apple bir kurtarıcı gibi konuya çözüm getirdi.

Şimdilerde de bu akımın dijital ortamlara da yayıldığını görüyoruz.

Facebook logosunu ve kullandığı ikonları değiştirdi.

Facebookun yeni logosu ve ikonları

Önce facebook yazan logosunu, gölgeli bir f yaptı. Şimdi de gölgeleri de çıkartan Facebook, sadece f’yi bırakıp sadece iki renk kullandığı bir logoya kavuştu. İkonlarını ise yine sadece iki renkle ve tek mesajlı butoncuklara dönüştürdü.

Google da bundan geride kalmadı. Fark ettiniz mi bilmiyorum ama Gmail’in yeni eposta penceresinde artık Adres, Title gibi alanlar silik bir şekilde yazılı duruyor ve yazmaya başladığınızda kayboluyor. Neredeyse karşınıza bomboş bir sayfa çıkartıyor.

Twitter’ın ilk logosu, twitter idi. Şimdi ise Larry Bird ile yoluna devam ediyor. Hatta iki renk ve çerçevesini kullanmıyor.

Nokia, Samsung gibi devler eskiden rengarenk kapaklı telefonlar üretirken şimdi sadece iki renk (siyah ve beyaz) seçeneği veriyorlar.

Tüm bu basitlik olgusunun Apple ile geldiğini söylememin abartı olduğunu düşünebilirsiniz. O halde, Apple öncesi, denenen smart phone cihazlarının neden tutmadığını da bir düşünmenizi rica ediyorum. :)

Algı herşeydir. Artık sex sells yerine simplicity sells demenin vakti gelmiştir.

Benefit – Sex Sells

20130419-232246.jpg

Küçük dünyada büyük balıklar

Bundan birkaç sene öncesini düşündüğümüzde sosyal medya hepimiz için bir hazineydi. Bunun birkaç sebebi vardı:

1- Kendi dünyalarımızdan çıkıp, yazdıklarımızla, çektiklerimizle ünlü olmaya başladık.
2- Dikkat çekmek için çok fazla uğraş vermemize gerek olmadığını fark ettik.
3- Bilgisayarın önünde saatlerce oturmamızın elle tutulur bir sebebi oluşmuştu.
4- Sosyal medyada dikkat çekebilmek çok önemli bir başarıydı. Herkesi hayran bırakabiliyorduk.
5- Ağımızı oturduğumuz yerden genişletebildiğimizi anlamıştık.

Dünya küçülüyordu ve biz küçülen dünyada büyük birer balıktık.

Tüm bunların zevkini aldıkça daha da çok “online” olmaya başladık. Her yere üye olduk. Her platformda var olmak istedik.

Videolar çektik, paylaştık.
Fotoğraflar çektik, arkadaşlarımızı etiketledik. Gerçek dünyadaki aksiyonlarımızı sanal dünyaya taşıma açlığı ile yanıp tutuştuk.
Yazılar yazdık. Hem de en mahremlerini. Tüm dünyayla paylaştık. Statüler, bloglar ….
İçimizdeki asiyi çıkarttık. Hem politik, hem dinen hem de daha birçok konuda yorumlarımızı açık açık yazdık.
Arada kullanıcı adı kullanıyorduk. Fakat artık kullanıcı adlarımızı bile ad-soyadlarımızla değiştirdik.
Bilinmek, duyulmak ve ünlenmek istedik.

Bugün, yukarıda bahsettiklerimin her birini yaparken alınacak karşılıkların farkında değildik. Yıllardan beri, gerçek dünyada ünlü olan kişilerin yakındığı birşeydi bu. Paparaziler.

Paparazzi, İtalyancanın bir lehçesinde rahatsız edici ses çıkartan küçük sinekler olarak adledilir ve 1960’lı yıllarda çekilmiş bir filmdeki fotoğrafçı karakterin soyadında kullanıldıktan sonra günümüzde de kullanılmaya başlanmıştır.

Peki, bizlerin paparazzileri kim?

Bazı soruları cevaplamanızı isterim:

– Sizin hakkınızda daha da fazla bilgi toplamaya çalışan birileri var mı?
– Sizin fotoğraflarınızı, yazılarınızı, ilişkilerinizi halkla daha da çok paylaşan birileri var mı?
– Hayatınızdaki tüm aksiyonları daha da çok paylaşmanız için birileri imkanlar sağlıyor mu?
– İstemediğiniz halde birileri size ulaşıyor mu?
– En önemlisi de verdikleriniz geri dönüşü olmayan dezavantaj ya da avantaj haline geliyor mu?
– Bu paylaşımlardan para kazanan birileri var mı?

Cevap, evet.
Kim sorusuna gelince; soru daha çok hangi platform olmalıydı.
Google, Facebook, Twitter, Instagram, Linkedin vb. vb.

Başta her Disney ünlüsü çocuk gibi verilen imkan ve hediyelerin karşılıksız olduğunu düşünen bizler şu anda bunlardan kaçmak için elimizden geleni yapıyoruz. Üyeliklerimizi kapatıp, bilgilerimizi değiştirip, profil fotoğraflarımızı değiştiriyoruz. Hatta güvenliğiniz sağlanması için yeni uygulamalar geliştiriliyor. Bunlardan birisi de NetVerify.

NetVerify bizi kurtarır mı?

Ben artık kurtarmaya, korumaya çalışan uygulamaların da, bu zaafımızı kullanmaya çalışan başka tür paparaziler olduğuna inanıyorum. Ne de olsa kişisel bilginizi vermeden ne bir platform ne de başka birşey kullanabiliyorsunuz.

Kurtuluşu var mı? Hayır yok.

Geçtiğimiz aylarda, Google, CIA’in Google’dan istediği kişisel raporları adet aralıklarıyla paylaşmıştı. Ünlü olmak daha kolay bulunulmayı da beraberinde getirdiği gibi, kaçışı olmayan bir yola da sokmuş oluyor.

Üzülmeyin, ünlü olmak için çok uğraştınız. Artık zevk almaya bakacaksınız, bakacağız.

20130409-221344.jpg

Facebook’taki Değişim

Facebook kısa zaman içerisinde bir sürü yenilik yaptı.

-Mobil alanlardaki dizaynını değiştirdi,
-Newsfeed kullanımında farklılıklar yaptı. Daha çok görsel odaklı oldu. Kişilerin yazdıkları veya takip ettiklerine göre reklamlar çıkartmaya başladı.
-Newsfeed içerisine Facebook Exchange Ad’lerin entegrasyonu için altyapı çalışmasına başladı.
-Markalar tarafından verilen reklamların takibi için “conversion tracking”i çıkarttı.
-Mesaj kutusunu “inbox” ve “other” olarak ikiye böldü.
-Tamamen birbirine yabancı olan kullanıcılara direkt mesaj atılmasını paralı yaptı. Yani, arkadaşınızın arkadaşına ücretsiz mesaj atabiliyorsunuz fakat tamamen bir bağ yoksa ücretli oluyor.
-Son olarak da, görsel/postların altına yapılan yorumlara “cevap” verme özelliği ekledi.

Peki, bunları neden yapıyor? Aşağıdaki infographiclerin bunu iyi bir şekilde anlatacağını umuyorum.

Facebook’un kan kaybı!

Diğeri;

Facebook’un kaderi varan 2!

Evet, görünen o ki, sosyal medya platformları arasında, Facebook hala en fazla üyeye sahip olma özelliğini koruyor. Fakat birşeyi kaybediyor: büyüme hızını. 2012 senesinde %4 gerileyerek büyük yara alan Facebook yaptığı değişikliklerle kaybettiklerini telafi etme savaşında.

Üzücü olan şey ise, yaptıklarının bu savaşı kaybetmesine neden olacağına inanmam. Geçtiğimiz günlerde Facebook’un reklam ve “connection” odaklı olması sebebiyle bir sürü insanın hesaplarını dondurduğunu okumuştum. Haklılar da! Facebook, “tamamen kişisel ve arkadaşlarınızla iletişimde olduğunuz platform”dan “tamamen satışa yönelik ve markalarla iletişimde olduğunuz platform” haline gelmeye başladı. Bu iyi birşey mi? Şu an markalarla iyi ilişkilerini pekiştiren Zuckerberg için iyi olabilir fakat bu gelişim duraklama döneminin de habercisidir.

Şöyle düşünün, Facebook’taki likeların yoğunlukla satışa dönüştüğünü gösteren bir sürü makale ve rapor okuduk, okuyoruz. Bunun yegane sebebi, Facebook’un markaların reklamlarıyla donatılmasından dolayı değil tam tersine kullanıcılarının kendisine ait ve izlenmediğini düşündüğü bir ortamdaki doğal davranışlarıydı. Şu an ise, Facebook o kadar çok izleme, ölçme ve satma odaklı oldu ki kullanıcılar inek gibi sağılmaya başladıklarını düşünüyorlar. Artık Facebook’a eskisi gibi güvenmiyorlar.

Twitter’a seslerini dış dünyaya duyurabildiği için,
Linkedin’e kariyer ve iş dünyasıyla bağlantı kurdurduğu için,
Pinterest’e okumak zorunda kalmadan görselleri saklayabildiği için,
Instagram’a kendi yaratıcılığını ortaya koyabildiği için güveniyorlar.

Ve hepsine arkadaşlarını dahil edebiliyorlar.

Ama Facebook, kullanıcıları ve arkadaşlarını inek gibi sağma odaklı bir politikayla B2B’ye önem verdiğini gösteriyor. Tamamen tüketicinin yönettiği dünyamızda sizce Facebook’un aklı nerede?

20130328-230635.jpg